1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. 7 Ekim 2023 sonrası Doğu Akdeniz jeopolitiğinin yeni dinamikleri
7 Ekim 2023 sonrası Doğu Akdeniz jeopolitiğinin yeni dinamikleri

7 Ekim 2023 sonrası Doğu Akdeniz jeopolitiğinin yeni dinamikleri

11 Eylül 2001 New York ve Pentagon saldırıları sonrası tedavüle sokulan Yeni Amerikan Yüzyılı...

A+A-

Cem GÜRDENİZ - Emekli Tümamiral

11 EYLÜL KIRILMASI
11 Eylül 2001 New York ve Pentagon saldırıları sonrası tedavüle sokulan Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC) Türkiye dahil, Asya ve Afrika’da pek çok ülkenin kaderini değiştirdi. 7 Ekim 2001 tarihinde ABD tarafından Afganistan işgali başlatıldı. Türkiye’de 3 Kasım 2002’de ABD ve AB ile tam uyumlu AKP iktidarı başa geçti. Daha sonra 20 Mart 2003’te Irak işgali başlatıldı. 29 Mart 2004’te kritik Karadeniz coğrafyasındaki Romanya ve Bulgaristan dahil 7 Avrupa ülkesinin NATO üyeliği kabul edildi. 1 Mayıs 2004’te Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hukuksuz şekilde AB üyesi yapıldı ve aynı günlerde KKTC halkı önemli bir çoğunluk ile Ankara’nın desteği ile jeopolitik yıkım getirecek Annan Planına evet dedi. Aynı yıl 10 Temmuz 2004 günü ABD’de G8 zirvesi sonrası Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ilan edildi. Arkası malum. ABD’li neoconların vahşi planları paralelinde başlayan Arap Baharı, Turuncu Devrimler, İç Savaşlar, Türkiye’de ABD neoconlarının vekili FETÖ ve iktidardaki işbirlikçilerinin ahlaksız ve vicdansız kumpas davalar süreci üzerinden Türk Silahlı Kuvvetlerinin tasfiyesi ve 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi. 

YARATILAN FELAKET TABLOSU
11 Eylül sonrası başlatılan yeni Amerikan Yüzyılının ikinci perdesinin sonunda: Kansere dönüşmüş zavallı Afganistan’dan skandal şekilde geri çekilen; Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da normal işleyen ve devlet otoritesini devam ettirebilen rejimleri parçalayan ve yağmalayan; İran’ı çevrelemek için Yemen’de Suudi Arabistan üzerinden iç savaşı destekleyen; Ukrayna’da Zelensky üzerinden kendi jeopolitik hedeflerini geliştirmek üzere ucuz Ukrayna kanı harcayan bir ABD karşımızda duruyor. ABD ve ortaklarının işgal, yağma ve iç savaş girişimleri sonucu Afganistan, Irak, Suriye ve Libya kaynaklı ortaya çıkan 30 milyona yakın yerinden yurdundan edilen insanlar, başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkede ciddi ekonomik, güvenlik ve demografik sorun yaratmaya devam ediyor. ABD’ye sorulduğunda diktatoryal rejimlerin halklarına demokrasi ve insan hakları götürdüğünü iddia ediyor. Neocon jeopolitiği ve neo liberal ekonomiye bir avuç oligarşik yapı içinde teslim olan ABD, gerileyen bir hegemon konumundadır.  Artık sonuç getiren bir güç olma özelliğine sahip değildir. Sadece yıkım ve karmaşa yaratmaktadır. 

7 EKİM KIRILMASI
Diğer yandan 7 Ekim 2023 tarihi de Doğu Akdeniz’in 11 Eylül’ü olarak tarihe geçecektir. İsrail devletinin bilgisi ve kontrolü dışında olması imkânsız olan bir Hamas baskını sonrası ABD, bu kez aşırı dinci ve faşist İsrail Hükümetinin tuzağına düşerek yıllardır doğrudan askeri gücü ile müdahil olmadığı Filistin sorununun içine çekildi. Bugün itibarıyla donanma gücünün beşte birini Doğu Akdeniz’e bağlamak, hava gücünün bir kısmını bölge ülkelerindeki üslerine intikal ettirmek zorunda kaldı. Diğer yandan ABD, İsrail’in son 7 haftada Gazze Şeridinde soykırıma yakın katliamlarına başta bebek ve çocuklarla, sivillerin öldürülmesine gerek silah tedarik ederek gerekse BM ve diplomasi dünyasında dolaylı onay vererek İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan en büyük insanlık suçuna ortak oldu. Artık ABD’nin kural temelli dünya, ya da Washington Consensus’u paralelinde liberal, demokratik hukuk devleti tezini savunması olası değildir. Zira dijital dünyanın sunduğu tüm imkanlar içinde orta çağda bile görülmeyecek sivil katliamları dünya canlı yayında izledi. Yaşanan son 7 hafta insanlık tarihine en karanlık, en vicdansız ve en duyarsız dönem olarak geçecektir. Bu süreçte en az İsrail kadar ona hukuki ve ahlaki destek sunan ABD ve AB de sorumludur. 

DEĞİŞEN DİNAMİKLER
Bugün için 7 Ekim sonrası Doğu Akdeniz’de jeopolitik dinamikler değişmiştir. Dünya deniz ticaretinin %30, deniz üzeri enerji taşımacılığının %20’sinin geçtiği Akdeniz, kıtaları birleştiren bir deniz olarak dünyada çıkan en önemli medeniyetler, imparatorluklar ve dinlere ev sahipliği yapmıştır. Bu kadim deniz, kuzey kıyısındaki NATO devletlerine, Türk Boğazları, Süveyş Kanalı, Cebelitarık Boğazı, Kıbrıs Adası ve İsrail’e ev sahipliği yapmasa jeopolitik anlamda bu derece öne çıkmazdı. Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi etkileyen 3 temel jeopolitik etkileşim alanı mevcuttur. Bunlar sırasıyla, Kenar Kuşak Jeopolitiği; Enerji Jeopolitiği ve İsrail’in Güvenlik Jeopolitiği’dir. 

KENAR KUŞAK JEOPOLİTİĞİ
Kenar Kuşak 1945 sonrası Sovyetleri, Kanada’dan Akdeniz’e uzanan bir yay ve devamında İran, Afganistan ve Çin’i (1973 sonrası) de içine alan bir hat üzerinde kuşatan alanın adıdır. Amaç, bu kuşağı kontrol ederek kıta gücü olan Sovyetlerin okyanuslara erişimini kısıtlamak ve önlemek idi.  Türkiye’nin eşsiz coğrafyası 1945 sonrası Atlantik sistemin kurduğu kenar kuşak jeopolitiğinin hizmetine verildi. Bugün de Rusya’nın dış ticaretinin ve güç intikal yeteneğinin Türk boğazlarına bağımlı olması Türkiye’yi ve Akdeniz’i kenar kuşak jeopolitiği kapsamında da gündemde tutmaya yetiyor. ABD’nin silahlı gücü NATO, denizci bir ittifak sistemidir. O nedenle hem yarımada devleti hem de Türk Boğazlarına sahip olan Türkiye, son 76 yıldır her alanda ABD jeopolitiğinin çekim alanında tutulurken NATO görevleri dışında kendi ulusal çıkarlarına yönelişi ve denizci bir ittifak içinde olmasına rağmen topyekûn denizcileşmesi engellenmiştir. 

KENAR KUŞAK ISRARI
1979 yılında İran ve 1980’de Afganistan’ın kenar kuşakta kaybından sonra ABD, kuşağı sağlam tutmak için her yolu denemiştir. Bu süreçte gerek siyasal İslam (FETÖ, Siyasal İslam’ın desteklenmesi vb.)  gerekse etnik bölücülük (PKK ve türevleri) ile Amerikancı Türkçülük desteklenerek, kutuplaşma üzerinden Türkiye’nin kendi içinde güçlenmesi önlenmiş ve ABD’ye bağımlılığı desteklenmiştir. ABD, Türkiye’yi tamamen kendine bağımlı hale getirebilmek için FETÖ ve benzeri içimizdeki mandacıları kullanmış ancak bu süreç 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra ciddi duraksamaya girmiştir. 

GERİLEYEN TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ
Günümüzde FETÖ darbe girişimi nedeniyle zaten gerilemekte olan Türk Amerikan savunma ve güvenlik ilişkileri 7 Ekim 2023 sonrası daha da büyük gerileme dönemi içine girmiştir. Diğer bir deyişle ABD’nin İsrail katliamlarına göz yumması Türk kamuoyunu derinden etkilemektedir. Ayrıca Amerikan çıkarları Suriye, Libya, Irak, Kıbrıs, Ege, Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Filistin’de Türk çıkarları ile karşı karşıya durumdadır. ABD, kenar kuşakta Türkiye’nin kaybını karşılayabilmek için Yunanistan ve GKRY’de ciddi boyutlarda savunma ve güvenlik iş birliğine gitmekte, askeri yığınak yapmaktadır.  Benzer şekilde dolara bağımlı Türkiye’yi gerek finansal cephede gerekse yolsuzluk ve usulsüzlükler cephesinde sıkıştırmakta, başta F35 uçaklarının satışının iptali ile CATSAA yaptırımları olmak üzere savunma alanında yaptırım ve ambargolar üzerinden Türkiye’yi cezalandırmaktadır. Bu durum da Türk kamuoyunda Amerikan aleyhtarlığını artırmaktadır. 

ABD VE AB İLİŞKİLERİ
Bugün için ABD, Batı Avrupa’yı dolayısı ile AB’yi Ukrayna krizi sonrası kendine tam olarak bağımlı hale getirmiştir. Ancak bu durum 7 Ekim 2023 sonrası değişime uğrama potansiyeline sahiptir. Zira AB kamuoyu İsrail ve Filistin konusunda ayrışmaya başlamıştır. ABD, İsrail’e verdiği destek yüzünden AB kamuoyunda da sorgulanmaktadır. Ukrayna’da yenilen ABD, AB ve NATO Avrupa kamuoyunda bu kış yaşanacak enerji krizinde yeni bir sınamadan geçecektir. Rusya’nın ucuz enerjisinin Avrupa’dan kesilmesinin sokaktaki insana yaşam standardı etkisi her geçen gün artmaktadır. Batı Avrupa, refah devletleri topluluğu olarak ABD’nin jeopolitik hedefleri için açık çek yazmaktan uzaklaşabilecektir. Avrupa’da aşırı milliyetçilik her geçen gün artmaktadır. Bu durum ABD ile ilişkileri ve dolayısı ile kenar kuşak jeopolitiğini etkileyecektir. 

İRAN FAKTÖRÜ
İsrail- Filistin krizi diğer yandan İran’ın ABD karşısındaki konumunu keskinleştirmiş ve kenar kuşakta Rusya-İran, Çin-İran eksenlerini güçlendirmiştir. ABD, son 2 ayda yaşananlar dikkate alındığında İran ile bir savaş istememektedir. Bu savaşın gerek Ukrayna üzerinden Rusya gerekse Tayvan üzerinden Çin ile hesaplaşma gayretlerine büyük darbe indireceğinin farkındadır. İran da böylesi bir savaşın ekonomisini ve iç dengelerini alt üst edeceğinin farkındadır. O nedenle radikal ve keskin bir hamlede bulunmayacağı söylenebilir. Ancak Suriye, Lübnan ve Irak’ta İran destekli grupların bölgede Amerikan bulunan değişik çapta Amerikan üslerine ve tesislerine taciz edici saldırılarının devam etmesi beklenebilir. ABD, Akdeniz’de kenar kuşakta en önemli müttefiki ve Levant’taki en büyük askeri kalesi ve kan deposu İsrail’i her koşulda desteklemeye devam edecektir. Zira ABD, İsrail kanı ve silahı ile zengin Arap devletlerini baskı ve tehdit altında tutabilmekte, İran’a gelecekte saldırmak gerekirse elinin altında İsrail hava kuvvetleri gibi hazır ve saldırgan bir askeri gücü kullanabilme seçeneğini korumaktadır. Benzer şekilde ABD içindeki güçlü İsrail lobisinin yaklaşan Amerikan Başkanlık seçimlerindeki rolü ve özgül ağırlığı da göz önüne alındığında ABD’nin İsrail’i her koşulda destekleyeceği kaçınılmaz bir gerçektir.  Ancak bu durum ABD’nin dünya çapında prestij, güvenilirlik ve etkinliğini kaybedeceği anlamına da gelir. ABD, ahlaki normların, insani değerlerin yerle bir olduğu dünyayı temsil ederek, her koşulda İsrail Filistin krizinin kaybedecek tarafındadır. Küresel güney ve Asya güçleri Gazze krizi sonrası ABD’den hızla uzaklaşmaktadır. Bu nedenle Pasifik’teki büyük hesaplaşmaya gidilirken ABD’nin kemikleşmiş Anglosakson müttefiklerinin yanında mevcut müttefiklerini koruma ve tutabilme şansı her geçen gün azalacaktır. Bu durum küresel jeopolitiğe ciddi değişim getirecektir. Artık saflaşma hızlanmış ve en azından donanma alanında ortak tatbikatlardan ortak devriyelere (karakol) geçilme süreci başlamıştır. Örneğin geçen hafta ilk kez Pakistan -Çin ve Amerikan -Filipin donanmalarının ortak karakol harekâtı başlamıştır. Arktik Okyanusundaki Kuzey Deniz Rotasının da 365 gün seyrüsefere acıdığı Rusya tarafından deklare edilmiş ve son 200 yıllık Anglosakson deniz hegemonyasının kontrolü dışında bir deniz ulaştırma aksı jeopolitik denklemde yerini almıştır. ABD Donanmasının, gemi inşa kapasitesinin ve insan gücü potansiyelinin en düşük seviyelerde olduğu bir dönemde yaşanan bu gelişmelere bir de İsrail emrivakisi ile Doğu Akdeniz’e çekilme durumu eklenince kenar kuşak jeopolitiğinin ne derece etkileneceği ortadadır. ABD’nin İsrail’i dizginlemesi ve Filistin halkının haklarını savunması ABD’nin kenar kuşak jeopolitiğine dolaylı katkı sağlayacaktır. Bu hafta yaşanan ateşkes ve rehine takasının bile ABD’ye nefes aldırdığını söyleyebiliriz. 

ENERJİ JEOPOLİTİĞİ
7 Ekim 2023 Hamas saldırısının İsrail tarafından Netenyahu Hükümetinin iç cephede kan kaybettiği ve kutuplaşmanın zirve yaptığı bir dönemde adeta teşvik edildiği gözlerden kaçmamıştır. İsrail yönetiminin 8 Ekim’de yürürlüğe koyduğu ve Dini kitaplardan alıntılarla bezediği Filistinlileri Gazze’den ve Batı Şeria’dan sürme fikri yeni değildir. Ancak Gazze’ye yönelik yıkımın bir diğer nedeni de Gazze açıklarında bulunan zengin doğal gaz rezervlerinin varlığıdır. 40 km uzunluğunda, Süveyş Kanalına mücavir bir alandaki Gazze şeridini İsrail’in tam bağımsız Filistin’e bırakması Netenyahu Hükümeti’nin izin vereceği bir sonuç değildir. İsrail, Gazze’deki deportasyon ile hem kritik bir kıyı alanını işgal etmeyi hem de Gazze açıklarında Filistin Yönetiminin yabancı firmalar ile yaptığı arama ruhsatlarını iptal ederek bu zengin kaynakları Avrupa pazarlarını beslemek üzere kendi kontrolüne almayı hedeflemektedir. Unutulmamalıdır ki Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye dayatılan Sevilla haritası da aynı amaca hizmet etmektedir. AB ve ABD’nin tam kontrolündeki Yunanistan ve GKRY’nin hak ettiklerinin tamamen dışında devasa yetki alanlarına sahip olmasının hedeflenmesi AB’nin Rus gazına bağımlılığını azaltarak halen ispat edilmiş rezervleri birkaç trilyon metre küp olan Akdeniz gazının kullanılmasını amaçlamaktadır. Şimdi bu kaynaklara Gazze gazı da eklenecektir. Türk İsrail ilişkilerinin 7 Ekim sonrası ciddi yara aldığı bir ortamda gelecekte İsrail gazının dünya pazarlarına iletilmesi için Türkiye seçeneğinin de ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Benzer şekilde İsrail’in kıyısında hedef teşkil edecek devasa gaz sıvılaştırma tesisleri kuramayacağı da göz önüne alınırsa bu gazın Avrupa’ya intikali soru işaret olarak kalmaya devam edecektir. Bu çerçevede bir kısmı Türk kıta sahanlığından geçen 1900 km’lik EastMed hattı projesinden İtalya’nın geri çekildiği bir ortamda, bu hattın da ölü doğmuş olduğunu hatırlatalım. Diğer yandan 2019 ‘da kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumunda Filistin Özerk Yönetiminin de bulunması ve o dönemde Türkiye’nin aleyhindeki cepheye katılmış olması da göz ardı edilmemelidir. Şimdi ellerindeki her şeyi kaybederken en ciddi desteği Türkiye’den görüyor olmaları da tarihin bir dersi olarak karşılarına çıkmaktadır. 

İSRAİL’İN GÜVENLİK JEOPOLİTİĞİ
İsrail Devletinin kurulmasına Vahabi Suudlara yakın duran Amerikan Başkanı Franklin Roosevelt karşıydı. Savaşın galibiyetini ve nükleer silahı kullanan sonraki Başkan Truman İsrail’in kurulmasının öncüleri arasındaydı. Nitekim 12 Mart 1947’de önce Truman Doktrini ilan edildi ardından 1 yıl sonra 14 Mayıs 1948’de BM kararı ile İsrail kuruldu. Daha sonra İsrail Arap devletlerinin saldırısına uğradı. Saldırıları püskürtmekle kalmadı, 1948, 1956, 1967 ve 1973 savaşlarında sınırlarını sürekli genişletti. Bu yönü ile derinliğine savunma alanı olamayan bir devlet olarak hayatta kalmasını ve jeopolitik geleceğini sürekli önce nükleer güç olmaya bağladı. Daha sonra her an savaşa hazır olmaya ve etrafında büyüyen ve genişleyen bir güvenlik kuşağı yaratmaya odaklandı. Önce Amerikan arabuluculuğu üzerinden Camp David Anlaşması ile Mısır İsrail sınırı garantiye alındı. Lübnan iç savaşla güçsüzleştirildi. Ancak 1982 ve 2006 müdahaleleri ile Lübnan’a müdahale edilmişse de Hizbullah’ın varlığı yok edilemedi. 2003 sonrası Irak neredeyse ABD eli ile yok edildi. Kuzey Irak’ta İsrail yanlısı Kukla Kürt Devletinin kurulması için her türlü desteği; Türkiye’de PKK ve türevlerine katkı sağladı. 2002 sonrası ABD ve AB yanlısı dolayısı ile İsrail yanlısı tutumunu sürdürebilmesi için AKP iktidarını destekledi. Bu durum 2009 başına kadar 7 yıl devam etti. (Ancak Türk İsrail ekonomik ilişkileri siyasi ilişkilerden etkilenemedi. 2002’de 2 milyar dolar olan ticaret hacmi 2023’te 10 milyar dolar oldu.)  Suriye, 2011 sonrası iç savaş ile zayıflatıldı ve Golan Tepeleri işgal edildi. Başta Suudi Arabistan olmak üzere zengin Körfez Arap devletleri ABD ve İngiltere üzerinden kontrol altında tutuldu. Son olarak İbrahim Anlaşmaları ile ilişkilerin normalleşmesi sağlandı. İsrail, ABD ile jeopolitik kardeşliği devam ederken bir yandan Çin ile ekonomik ilişkilerini Kuşak ve Yol Girişimi üzerinden devam ettirdi. Bu ilişki stratejik Hayfa limanının Çin’e kiralanmasına kadar vardı. Diğer yandan 2023 G20 zirvesinde Hindistan üzerinden Kuşak ve Yol Girişimine rakip olarak ilan edilen IMEC Koridorunda Akdeniz’e çıkış terminali olarak İsrail seçildi. Fakat 7 Ekim 2023 her şeyi değiştirdi. Bugün her ne kadar Suudi Arabistan dahil Körfez İş Birliği Konseyi GCC’ nin zengin Arap devletleri açıkça İsrail karşısında durmasalar da 7 Ekim 2023 öncesinin ilişki kimyası bozulmuş durumdadır. Arap aleminin batı karşısında artık gelenekselleşmiş birlik oluşturamama psikolojisi Gazze’de yaşanan insanlık suçlarına rağmen devam ediyor. İsrail ve ABD, Arap dünyasının bu perişan durumunu sonuna kadar sömürüyor. Diğer yandan 7 Ekim sonrası yaşananlar artık İsrail’in de dünya devletler ailesi içindeki konumunu çok aşağılara çekmiştir. Gazze’de silahlı çatışma hukukuna uymayan, bebeklere bile acımayan İsrail, ciddi prestij kaybına uğramıştır. Bu yaşananlar ABD’de kamuoyunda önemli bir kesimden ağır eleştiriler almıştır. Rusya Ukrayna konusunda bölünmeyen Amerikan kamuoyu İsrail Filistin konusunda bölünmüştür. Bu durumun devamı seçimlere girecek Biden’ı da zor durumda bırakacaktır. İsrail’in ABD ile etkileşiminin asıl nedeni Amerikan ateş gücünün İran ve ona bağlı Hizbullah gibi vekillerin elindeki ateş ve manevra gücünün etkisizleştirilmesinde kullanılmasıdır. Diğer bir değişle İsrail ABD’yi kendi jeopolitik hedeflerine erişim ve ülkesine yönelik askeri tehdidi bertaraf etmek için vekil gibi kullanmak istemektedir. İran’ın özellikle nükleer tesislerini bir hava harekâtı ile imha edebilmesi İsrail’in en önemli askeri hedefleri arasındadır. Ancak bu harekâtı ABD ile ortak yapabilmek daha büyük bir hedef olarak karşısına çıkmaktadır. Obama döneminde Netenyahu bu arzusunu pek çok kez dile getirmişse de Obama karşı çıkmıştı. Bugün zayıf Biden Hükümeti ve etrafındaki güçlü neocon ekip sayesinde baskılarını artırması sürpriz olmayacaktır. Önümüzdeki günler İsrail’in ABD’deki neoconları ve Armagedon zırvasına inanan siyasetçileri etkileme derecesine bağlı olarak Amerikan ateş gücünün İran’ı, Lübnan Hizbullah’ını baskı altında tutma ve caydırmaya devam etmesi beklenmelidir. Geleneksel olarak ABD’de demokratların cumhuriyetçilere nazaran İran’a daha yumuşak yaklaştığını söyleyebiliriz. O nedenle İsrail için gelecek seçimlerde Cumhuriyetçilerin iktidara gelmesi lehte durum yaratacaktır. Bu kapsamda Amerikan deniz gücünün önemli bölümünün Akdeniz ve Kızıldeniz’de oyalanmasının Çin’in son derece lehine olduğunu hatırlatalım. Bu durum ABD’de Çin karşıtlarını rahatsız etmektedir. O nedenle İsrail’e Gazze’de elini çabuk tutması ve askeri hedeflerini en kısa sürede elde etmesi için baskılarını artıracaktır. Zaman baskısı ile İsrail’in kontrolsüz ateş gücü kullanması ve sivil kayıpların artması ise Biden Hükümetini zora sokacaktır. Bu durum bölgesel dengeleri zorlamaya devam edecektir. Pek çok devletin İsrail Filistin krizinde kesin tutum için Amerikan seçimlerini bekleyeceğini söyleyebiliriz. 

TÜRKİYE NE YAPMALIDIR?
NATO üyeliği altında son 71 yılda savaşın ateşi ve barutu ile karşı karşıya kalmadığımız halde, Güneydoğu Anadolu’daki ülkesel ve milli bütünlüğümüze PKK ve türevleri üzerinden yapılan müdahaleleri sonlandıramadık; KKTC’nin bağımsız varlığını nihai ve kesin sonuçlu bir şekle sokamadık; Mavi Vatan’daki çıkarlarımızın korunmasında kararlılık gösteremedik, Orta Asya’daki akrabalarımızla yakınlaşmamızda bile Amerikan Turancılığı üzerinden oyun kurulmasını; ABD desteğindeki FETÖ ve işbirlikçi dinci mandacıların devleti ele geçirmesini önleyemedik. Önce Ukrayna Rusya Krizi daha sonra İsrail Filistin krizi ile çok büyük jeopolitik fay hatlarının kırıldığı günümüzde dünya 1939 benzeri bir konjonktüre girmiştir. Saflar netleşmektedir. Küresel finans sisteminin çıkarları ile hegemonik dünyanın jeopolitik ihtiyaçları aynı düzlemde bir araya gelmektedir. Bu durumun yaratacağı küresel çatışma riski her geçen artmaktadır. ABD’de 2024 yılında yapılacak başkanlık seçimlerinin sonucu bu riskin derecesini etkileyecek en önemli gösterge olacaktır.  ABD ve Çin arasındaki büyük çatışmanın sonucu yeni küresel sistemi şekillendirecektir. Bugün Batı Pasifik’te ABD Çin çatışması yaşansa ABD’nin ve müttefiklerinin kaybetme olasılığı çok yüksek olduğundan ABD’nin özellikle deniz gücünü geliştirmesi için zaman kazanmak isteyeceği göz önünde tutulmalıdır. Bu durumda Türkiye gelişen yeni konjonktürü kendi jeopolitik çıkarları için kullanmalıdır. Dış koşullar buna izin vermektedir. ABD’nin Ukrayna, Batı Pasifik, Arktik ve Doğu Akdeniz’de gücünün ötesinde gelişen çatışma alanlarına çekilmiş olması Türkiye için bir fırsattır. Türkiye, Ukrayna krizinde başından itibaren Montrö Sözleşmesinin 19. Maddesini uygulayarak ve yaptırımlara katılmayarak NATO üyesi olmasına rağmen aktif tarafsızlığını gösterebilmiştir. (Bu süreçte yaptığı en büyük hata Ukrayna’ya silah satışı olmuştur.) İsrail Filistin krizinde insani ve hukuki saiklerle hareket ederek Gazze’de yaşanan insanlık dramına en yüksek tonda karşı çıkabilmiştir. Ancak zaman zaman bu süreç iç siyasete malzeme yapılmış, İsrail’in kullandığı dini retoriklere benzer dil kullanılmış ve kriz din savaşları ve medeniyeler çatışması formatına çekilmiştir. Halbuki kriz özünde dini değil jeopolitik kaynaklıdır. Filistin sorunu 1948’den bu yana mevcuttur. Ancak 2002 yılına kadar milliyetçilik bazında Arap İsrail sorunu olan bu kriz, sonradan Müslüman Yahudi çatışmasına dönüştürülmüştür. Bu durum böylece soğuk savaş bittiğinde Huntington’ın medeniyetler çatışması tezine uygun hale getirilmiştir. Türkiye 1500’lerde İspanya’dan kaçan Sefaradları; 1939 sonrası Hitlerden kaçan Eşkanizileri kurtarmıştır. Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinde gerek tebaası gerekse vatandaşı olan Yahudilere pogrom uygulamayan tek Avrupa ve Asya devleti atalarımız olmuştur. Bugün İsrail, faşist dinci bir paradigmanın uygulayıcısı hükümete sahiptir. Bu hükümet işlediği insanlık suçlarının hesabını uluslararası mahkemelerde vermelidir. Ancak bu hükümetin yaptıklarına Türkiye dini çatışma retoriği ile yaklaşmamalıdır. Türkiye, İsrail’e baskı yapacaksa bunu iç siyaset ve din savaşları retoriği ile değil, diplomasi ve ekonomi başta olmak üzere diğer alanlarda yapmalıdır. Bugün hala Kürecik Radarı ve İncirlik Üssü faaliyetlerine, iki ülke arasındaki ticaret de işleyişine devam etmektedir. Üyesi olduğumuz NATO ise İsrail’in yanında durmaktadır. NATO Genel Sekreteri İsrail aleyhinde hiçbir deklarasyonda bulunmamıştır. NATO’nun planlı faaliyetlerine TSK unsurları katılmaya devam etmektedir. Türkiye yaşanan bu acımasız batı destekli vahşet sistemine daha bağımsız ve daha dik durucu hamlelerle cevap vermeliydi. Mitinglerde sarf edilen iç siyasete yönelik sloganlar Gazze’deki yıkımı durdurmuyor. Örneğin Kürecik radarını kapatmanın yaratacağı uluslararası etki, mitinglerde Ordu Gazze’ye denmesinden çok daha somut ve çok daha büyük tesir yaratabilirdi. Yeni bir dünya kuruldu. Bugün milli güç unsurlarımız, 1939-1945 dönemiyle kıyaslanamayacak derecede gelişmiştir. Her ne kadar ülkü birliği sağlanamamış; cumhuriyetin korunmasına ve yüceltilmesine yönelik anayasal bütünlük, iktidar ve muhalefet tarafından örselenmiş olsa da Türk milletinin kısa sürede toparlanabilme, milli çıkarları söz konusu olduğunda bir araya gelme yeteneği devam etmektedir. NATO üyeliği, Türkiye’de son 70 yılda müesses nizamın medyadan diyanete, akademiden eğlence sektörüne, savunmadan, güvenliğe, üretimden tüketime her damarında ve her alanında Atlantik sistemin varlığını korumuş ve geliştirmiştir. 1939 -1945 arasında parasız, savunma sanayisiz, 17 milyonluk Türkiye, dört yanındaki ateşi Anadolu’ya sokmamıştır. Türkiye sahip olduğu güç unsurları ile çok taraflı dış ve ekonomik politikalar ile hem jeopolitik çıkarlarını karşılayabilir hem de refahını artırabilir. Atlantik sisteme bağımlılık güçlü bir bedenin elini ve kolunu bağlamaktadır. Sahip olduğumuz coğrafya, milli güç unsurları ve tarihsel birikimimiz yeni rota çizmemize yeterlidir. Atlantik ve Asya arasında oluşacak yeni denge, Türkiye’yi hiçbir askeri bloka dahil olmadan ancak dengeli iş birlikleri kurarak tarafsız ve bağımsız rotada tutabilecektir. Bu durum ayrıca Türk dünyası ile bütünleşmeye büyük katkı sağlayacaktır. Diğer yandan içimizdeki mandacılara hatırlatalım, Türkiye’nin çağdaş ve ileri düzeyde bir devlet olmasına katkı sağlayan NATO üyeliği değildir. Türkiye’yi NATO üyeliği Türkiye’yi uygar yapmaz, batıcı yapar. Jeopolitik geleceğimizi NATO’ya ve onun sahibi ABD’ye bırakamayız. Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesine götürecek yol, Kemalist Cumhuriyet ve altı okun içini gerçekten dolduracak siyasetten geçer. 1923-1938 arasında NATO da AB de yoktu.
 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.