Cem GÜRDENİZ – Emekli Tümamiral
Şanghay İş Birliği Örgütü (ŞİÖ) 15 Haziran 2001 tarihinde sessiz sedasız bir şekilde Asya’daki terör tehdidine karşı sınır güvenliği iş birliği maksadıyla Rusya Çin Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan arasında bir iş birliği örgütü olarak kuruldu. Ancak burada en önemli husus Rusya ve Çin gibi Asya’nın hegemonya karşısında durabilecek yetenekte iki askeri gücünün güvenlik alanında bir araya gelmesiydi. Söz konusu buluşma hegemonyanın Asya’nın parçalanarak, yönetilmesi prensibine aykırıydı. 3 ay sonra ABD’de 11 Eylül saldırıları oldu. Bu saldırıların sahte bayrak operasyon olduğu konusunda çok şey söylendi ve yazıldı. Ancak fiili sonucu ABD’nin Afganistan’a, Batı Asya’ya ve Kuzey Afrika’ya askeri müdahale yolunu açmasıydı. Bugün 24 yıl öncesinin Asya’da birlik oluşturmanın kapısını aralayan örgüt 25. Zirvesini yaparken dünyayı yepyeni bir tarihsel dönemeçten geçiriyor. Geçen hafta icra edilen ŞİÖ zirvesi ve ardından icra edilen Çin’in Faşizme Karşı 80.yıl Zafer Töreni dünya tarihinde çok kutuplu dünya düzeninin fiilen başladığının somut göstergeleri olarak tarihe geçti. Asya kıtası tarihinde belki de ilk kez bu derece ileri seviyede bir araya gelmiş oldu. Bu gelişme ile ABD liderliğindeki kolektif batının (ABD, İngiltere, İsrail, Japonya, Güney Kore, Avustralya, NATO, AB) özellikle 2001 sonrası arkasına küresel finans kapital oligarşisini alarak neocon ve Siyonist jeopolitik hedeflere erişim için dünyayı içine soktuğu karmaşaya karşı denge oluşturacak somut bir cephe artık oluşmuş durumda. Bu çerçevede klasik jeopolitiğin kara–deniz teorileri Arktik ve Hint-Pasifik’te yaşanan baş döndürücü gelişmelerle yeniden tanımlarken; jeoekonominin enerji akışları, ticaret yolları ve alternatif finansal düzen arayışları, küresel hegemonya mücadelesinin ve dolayısı ile yeni dünya düzeninin belirleyici parametrelerini oluşturuyor. Jeopolitik ile jeoekonominin yanında siber savaşlardan yapay zekâya, uzay rekabetinden veri güvenliğine kadar teknoloji ve bilgi üstünlüğünün devletler arası güç dengesinin nihai belirleyicisi haline geldiği bir konjonktürde icra edilen zirve ve tören, ilk kez Asya’nın en büyük üç devletini (Çin, Rusya ve Hindistan) bir araya getirerek tek merkezli düzenin yerine çok merkezli bir küresel mimarinin yükseldiğini ilan etmiştir. Şanghay İş birliği Örgütü’nün son zirvesinde en dikkat çekici gelişme, Hindistan’ın zirveye en üst seviyede katılması, ABD baskılarına rağmen Rusya ile enerji ticaretini sürdürmesi ve Çin’le diyalog kanallarını açık tutması oldu. ŞİÖ Zirvesi, Batı açısından Hindistan’ın mutlak egemenlik ve bağımsızlık vurgusuyla ön plana çıktı. Bu tavır, ABD’nin on yıllardır inşa etmeye çalıştığı ittifak sistemlerinde ciddi bir aşınma yarattı. Biden nasıl Rusya ile Çin’in yakınlaşmasını sağlamışsa, Trump da Çin ile Hindistan’ın yakınlaşmasını sağladı. Trump’ın temel hatası ya benlesin ya düşmansın mantığını devam ettirmesi ve Hindistan gibi son 30 yılda yanına çekmeye çalıştığı bir devleti akıl almaz tarifelerle karşısına alması oldu. Hindistan, Pakistan, İran ve Belarus’un katılımıyla 10 tam üye, iki gözlemci ve 14 diyalog ortağına sahip. Bu zirvede gözlemci ve diyalog ortağı statüleri “ŞİÖ Partneri” adı altında birleştirilerek örgütün uluslararası iş birliği mekanizması optimize edildi. Laos bu statüyle örgüte dahil edildi ve ŞİÖ’nün üye sayısı toplamda 27’ye yükseldi. Bu zirve ABD’nin küresel jeopolitik dengelerde Çin Hint rekabet ve hatta düşmanlığı ile Rusya’nın Çin’in eşit ortağı olamaz faraziyeleri çökmüş oldu. Xi’nin yaptığı konuşmada “zorbalığa ve dayatmalara boyun eğmeyeceğiz, yeni bir güvenlik düzeni kuracağız” vurgusu yeni dönüşümün stratejik boyutunu ortaya koydu. Asya kendisini koruma altına alıyor ve saldırgan batı hegemonyasına karşı bir duvar örüyor. ŞİÖ ve BRICS artık yalnızca tepkisel yapılar değil, kurumsal alternatiflerdir. Doları dışlama, sömürgeci modelin reddi, karşılıklı saygıya dayalı diplomasi bu yeni mimarinin temelleridir. Bu kapsamda ABD-Çin arasında doğrudan savaşın gerek lojistik ve teknolojik gerekse ekonomik nedenlerle imkânsıza yakın bir olasılık olduğunu söyleyebiliriz. Zira ABD’nin uzak cephede uzun ve kalıcı savaş sürdürecek kapasitesi yok. Bu durumda ABD, kendi çıkarları için Kuzey ve Güney Amerika kıtaları ile Batı Avrupa yarımadasını yani AB ile Pasifikteki standart müttefikleri Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda ve Singapur ile kendi bloğunu kurmaya çalışacaktır. Post hegemonya dönemi bunu gerekli kılmaktadır.
ŞİÖ VE YENİ DÜNYA DÜZENİ
Tianjin’de düzenlenen ŞİÖ Zirvesi, kuruluşundan bu yana en geniş katılımlı toplantıya sahne oldu. 20’den fazla liderin bir araya gelmesi, ABD öncülüğündeki uluslararası düzene karşı açık bir meydan okuma olarak tarihte yerini aldı. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, hegemonya ve güç politikalarına karşı çıkıp “gerçek çok kutupluluk” vurgusu yaparak zirvenin ruhunu ilan etti. Xi’nin Trump’ın gümrük tarifelerini sert biçimde eleştirerek, yeni güvenlik ve ekonomi düzeninde “küresel güney” olarak adlandırılan gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarının öne alınması gerektiğini belirtmesi Çin’i ABD hegemonyası tarafından ezilen ve sömürülen ülkelerin bir nevi koruyucusu durumuna soktu. Xi’nin Zafer Günü Töreninde yaptığı konuşmada insanlığın yeniden savaş ile barış; diyalog ile çatışma, kazan kazan ile sıfır toplamlı oyun seçenekleri arasında zorlandığını söylemesi ve iki ayrı faaliyet boyunca konuşmalarında ne ABD ne de Avrupa’nın adını anmaması gerçekte Çin liderliğinde yükselen Asya çağının batı saldırganlığı karşısında kendilerine batıdan ayrı bir dünya kurduklarının ve bunu başarmada dayatmalara ve gerekirse savaşa hazır oldukları mesajını verdi. ŞİÖ, BRICS ile düşünüldüğünde dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunun 1,2 milyarlık batı karşısında adeta yeni bir dünya kurduğunu görüyoruz. Zirvede Putin, Modi ve Xi’nin verdiği diplomatik geleneğin dışındaki samimi görüntüler, ABD baskılarının etkisizliğinin sembolü olmaktan öte ABD’ye açık bir meydan okumaydı. Zafer töreninde ise Rusya, Çin ve Kuzey Kore liderlerinin nerdeyse el ele yürüyecek kadar samimiyet içinde olması ise hegemonyanın askeri gücü kullanmayı gerektirecek oldu bittileri ve kışkırtmaları karşısında Asya cephesinin hazır olduğunun bir mesajıydı. ŞİÖ üyesi olmadığı halde Kuzey Kore liderinin 66 yıl sonra Çin’in Tiananmen meydanında Çin devlet Başkanı ile bir araya gelmesinin Çin’in Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’ye Rusya yanında savaşacak kadar yakınlaşan Putin’e de bir mesaj olduğunu hatırlatalım. Putin’in konuşmasında ŞİÖ’yü “çok kutupluluğun gerçek bir aracı” şeklinde tanımlaması ve Pan-Avrasya güvenlik modelinin kurulması çağrısında bulunması ŞİÖ’nün artık küresel çoğunluğu birleştiren sağlam bir jeopolitik çekim alanı olduğunu ispat etti.
KÜRESEL YÖNETİŞİM
Çin’in zirve kapsamında sunduğu “Küresel Yönetişim” modeli her yönden 2001 sonrası rotasından çıkan kural temelli düzenin sahibi olduğunu iddia eden Amerikan hegemonyasının baskısı altındaki dünya için umut verici. Bu kapsamda modelde öne çıkan egemen eşitlik içinde devletlerin içişlerine müdahale edilmemesi, tek taraflı yaptırımların reddi ve uluslararası hukukun üstünlüğü dikkat çekici. Bu yaklaşım, Batı’nın özellikle 2001 sonrası giriştiği kanlı müdahalelere gerekçe olan kurallara dayalı düzen söylemine karşı, insan merkezli ve çıkar gruplarından uzak çok kutupluluk vizyonu olarak karşımıza çıkıyor. Burada Çin sunduğu modelle, ortaya çıkan çok kutuplu dünya düzeninde küresel hegemon değil, dengeleyici blok liderliğini üstlendiğini ilan etmiş oluyor. Xi’nin Tianjin’de ŞİÖ üyeleri için verdiği akşam yemeğinde kullandığı Çin atasözü bu anlayışı özetliyordu: “Yüz teknenin yarıştığı bir yarışta, en güçlü kürek çekenler önde gider.” Bu söz, ŞİÖ’nün yükselen küresel kutup olarak çok kutuplu düzenin motor gücü olma iddiasını simgeliyor. Diğer taraftan Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan gibi ŞİÖ Diyalog Ortaklarının zirvede bulunması Washington’un uzun süredir güvendiği “böl-ayır-yönet” stratejisinin artık sahada işlemediğinin kanıtı oldu. Özellikle Güney Kafkasya’da Zengezur Koridorunun 99 yıllığına ABD kontrolüne bırakılması kararından sonra bu üçlünün Pekin’de aynı masada yer alması, ABD’nin bölgesel çatışmaları körükleyerek kendi hegemonyasını sürdürme planlarının zayıflamasına sebep olacaktır. ŞİÖ’nün gerek askeri kapasitesi gerekse ekonomik çekiciliği, Amerikan ve Avrupa sömürgeciliğinden yüzyıllardır çekmekte olan küresel güney ülkelerine büyük bir umut ışığı doğurmuştur. Bu gelişmenin artık işlevini yitirmiş olan BM’nin yapısının değişimi için de fırsat sunacağı düşünülebilir.
ŞİÖ KALKINMA BANKASI
Xi zirvede Küresel Yönetişim Modeli dışında ŞİÖ Kalkınma Bankası kurulmasını önerdi. ŞİÖ’nün son zirve ile 10’u asıl toplam 27 üye devlet üzerinden kontrol ettiği küresel milli gelir toplamının 24 trilyon USD, (satın alma gücü paritesi PPP ile 82 trilyon USD) olduğu göz önüne alınırsa söz konusu bankanın arkasında dünya ekonomisine %40 katkı yapan bir ekonomik havzayı aldığını söyleyebiliriz. Kuruluşundan bu yana örgütün ekonomik ağırlığı kayda değer biçimde arttı. Üye ülkelerin toplam ticaret hacmi 2005 sonrası yaklaşık 100 kat büyüdü; küresel ticaretteki payları 2001’de %5,4’ten 2020’de %17,5’e ulaştı. Çin’in ŞİÖ üyeleri ve ortaklarıyla ticareti 2024’te 890 milyar dolar ile tarihi bir zirve gördü ve bu, ülkenin toplam dış ticaretinin %14,4’üne tekabül etti. Aynı yıl Çin-Avrupa yük trenleri %10,7 artışla 19.000 sefer gerçekleştirdi; bu, ŞİÖ’nün ticaret ve lojistik boyutunun stratejik derinliğini ortaya koydu. Örgüt, artık yalnızca bölgesel bir güvenlik platformu değil, küresel ticaret ve lojistikte de ağırlığını artıran bir yapı haline gelmiş durumda. Bu çerçevede üye ülkelere 2 milyar yuan hibe ve 10 milyar yuan kredi sağlayacak bankanın BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası (NDB)’nı tamamlayıcı bir rol üstleneceği ve dolar merkezli sisteme alternatif yaratacağı söylenebilir. Böylece yerel paralarla ticaret teşvik edilecek ve ABD yaptırımlarının etkinliği sınırlandırılacak. Her iki bankaya Pekin merkezli çok taraflı Asya Altyapı Yatırım Bankası da eklenebilir. BRICS ve Şanghay İş birliği Örgütü bir kez daha iç içe geçmiş durumda. Bu çerçevede Putin’in ŞİÖ’yü gerçek çok taraflılığın bir aracı olarak nitelemesi ve ulusal para birimlerinin kullanımını yeni bir güvenlik mimarisinin temeli olarak göstermesi önemlidir. ŞİÖ Kalkınma Bankası bu kapsamda dolar dışı finansal bir altyapı kurarak yaptırımlara dayanıklı bir ekonomi ağı oluştururken devletlere altyapı ve kalkınma finansmanı sağlayacak. Böylece Avrasya entegrasyonunu hızlandırmak mümkün olacak. Bu kapsamda günümüzde Hindistan’ın ruble ile ticaret yapması, Çin’in Rus petrolünü doğrudan yuan ile satın alması, BRICS ülkelerinin yerel para birimleriyle ikili anlaşmalar geliştirmesi, dolara talebi azaltıyor. Doların son 3 yıl içinde altın karşısında erimesi bunun en tipik örneğidir. Bu kapsamda eski model SWIFT ödeme sistemine çok daha gelişmiş alternatif ödeme mekanizmalarının geliştirilmesi, merkez bankalarının döviz rezervlerini çeşitlendirmesi çoğu BRICS ve ŞİÖ üyesi olan ülkeler üzerinde ABD’nin finansal baskı kapasitesini her geçen gün aşındırıyor. Diğer yandan ŞİÖ Yatırım Bankası kurumsal süreklilik inşa ederek ŞİÖ’nün somut katma değer üreten örgüte dönüşmesi sağlanıyor. Böylece Xi’nin girişimi BRICS’in Yeni Kalkınma Bankasını (NDB) tamamlayan batı merkezli IMF ve Dünya Bankası gibi ekonomik ve teknolojik düzene alternatif sunan kapsamlı bir yeni küresel yönetişim modelinin kurumsal zeminini hazırlıyor. ŞİÖ Zirvesi kapsamında ayrıca üye ülkeler için ABD’nin tekno feodalizm kalesi Silikon Vadisine rakip bir yapay zekâ iş birliği merkezinin kurulacak olması ve Çin’in ay araştırma istasyonuna üye devlet bilim insanlarını davet etmesi iş birliğinin gelecekteki boyutları açısından önemli. Asya modeli geri kalmış kalkınma sürecinde olan devletlere yardımı kaynaklarını sömürmek amacıyla değil aksine onları geliştirmek amacıyla yapıyor. Batı modelinde az gelişmiş devletlere finans kapital ile borç verip, borçlar ödenmediğinde kaynaklarına çökme ve sömürme modeli var. Yol, köprü, alt yapı inşası, tarımın sanayileşmesi gibi hedefler yok. Hedef geride altyapısız ve borçlu toplumlar bırakmak üzerine kurulu. Bu yaklaşım yalnızca ekonomik sömürü değil, aynı zamanda yerli halkı az gelişmiş bırakan bir zihniyetin de ürünü. Kökleri İngiltere’nin Batı ve Doğu Hint Şirketlerine kadar dayanıyor. Bu kapsamda özellikle Afrika ülkelerinin topraklarından Fransa ve diğer sömürgecileri kovması ve giderek “kendi kaynaklarımızı kendimiz işleteceğiz” çizgisine kayması, tarihî bir tepki niteliğinde yayılıyor. Çin’in Kuşak-Yol Girişimi (BRI) bu sürece katkı sunuyor. Çin, bu süreçte batının aksine, salt kaynak transferine odaklanmıyor; liman, demiryolu, enerji santrali gibi kalıcı altyapı projeleri de inşa ediyor.
BİRBİRİNE YAKLAŞAN ASYA GÜÇLERİ
ŞİÖ, üyeler arasındaki çekişme ve rekabeti yönetilebilir düzeyde tutarak ortak çıkar alanlarındaki iş birliğini geliştirmeye yönelik çalışıyor. Örneğin, Çin-Hindistan arasındaki sınır sorunlarına rağmen ABD’nin Hindistan karşısındaki küstah tutumu sonucu ekonomik iş birliği ihtiyacının ağır basması Hindistan yönetimini Amerikan çekim alanından uzaklaştırdı. Modi, zirvede Xi ile 7 yıl sonra ilk kez Çin’de buluştu ve rekabet yerine “kalkınma ortaklığı” mesajı verdi. Hindistan, Anglosakson deniz gücü liderliğinin Hint Pasifik bölgede Çin’i dengelemek için yanına çekmek istediği en önemli güç. ABD’nin Hindistan’ı QUAD (ABD, Japonya, Avustralya, Hindistan) bloku ya da I2U2 (Hindistan, İsrail-ABD, BAE) bloku içinde tutma gayretlerine ya da Çin’in Kuşak ve Yol (BRI) girişimine karşılık ABD önderliğinde IMEC (Hindistan Ortadoğu Ekonomik Koridoru) girişimini ortaya çıkarması bu nedenle önemliydi. Ancak tüm bu teşviklere karşı Hindistan Ukrayna’da NATO genişlemesinin sebep olduğu savaşta ABD’nin yaptırımlarına katılmıyor. ABD tarafından son 10 yılda önüne her türlü stratejik (QUAD) ve ekonomik fırsat (IMEC) pencereleri açıldığı halde Hindistan, özellikle Trump’ın tarifeler hamlesi sonrası tercihini ŞİÖ ve BRICS yanında kullandı. Rusya da bu fırsatı değerlendirerek eski müttefiki ve yakın dostu Hindistan’ı yanına çekerek Asya’daki en büyük güç Çin’e karşı doğal bir dengeleme sağladı. Zirvede yakın geçmişte savaşan Pakistan ile Hindistan; Ermenistan ile Azerbaycan; İran ile Pakistan’ın yan yana gelmesi de ŞİÖ’nün diyalog ve en üst seviyede temas kurma olanağı sağlayan ortam olanakları sunması açısından önemli. İran’ın ŞİÖ’de en üst düzeyde temsil edilmesi ve İran Cumhurbaşkanının her iki lider tarafından samimi karşılanması İsrail ve ABD’ye bir mesajdı. İran’ın düşmesi Rusya; Rusya’nın düşmesi Çin için çok önemli. Gerek Xi gerekse Putin söz konusu domino denkleminin farkında. Ne Rusya ne de Çin, Tahran’ı İsrail ve ABD’nin insafına bırakamaz. Diğer yandan Azerbaycan ve Rusya’nın İsrail’le ilişkileri de açıklığa kavuşması gereken konular arasında. ŞİÖ Zirvesi sonrası Çin ve Rusya ilişkileri şüphesiz daha da ileriye taşınacaktır. ŞİÖ Zirvesinden kısa süre önce Rusya ve Çin donanmaları müştereken Pasifik Okyanusunda karakol görevi icra ettiler. Ancak zirvenin en önemli sonuçlarından birisi Sibirya’nın Gücü- 2 Doğal Gaz Boru Hattının Rusya ve Çin arasında tesis edilmesi kararının alınması oldu. Rusya Avrupa’ya aktaracağı doğal gazı artık Asya’ya aktaracak. Avrupa, 2022 sonrası Rus gazından koparak “stratejik intihar” sürecine girmişti. Ucuz enerji kaynağının kaybı, Almanya başta olmak üzere sanayide çöküş yaratıyor. Sibirya’nın Gücü-2 hattıyla Rus gazının Çin’e yönlendirilmesi bu süreci geri dönüşsüz hale getirdi. Enerji fiyatlarının yükselişi sosyal protestoları ve NATO içindeki çatlakları artıracaktır. Diğer yandan Rusya, Çin ile ticarette fazla veren nadir büyük ülkelerden biri. Enerji alanında Rusya, Çin’in artan enerji ihtiyacını ucuz petrol ve doğal gaz ile karşılıyor. Tarımda Rusya, Çin’e giderek artan miktarda tarım ürünü ihraç ediyor. Batı yaptırımları sonrası yüksek teknolojide Çin’in sıkıştığı alanlarda Rusya kritik tedarikçi konumuna geldi. İlaç ve sanayide ise Rusya’nın bazı eczacılık, tıbbi ilaç ürünleri ve makine teknolojileri Çin pazarına girmeye başladı. Bu tablo, iki ülkenin iş birliğini yalnızca “kaynak tedariki” değil, aynı zamanda yüksek teknoloji ve stratejik sektörlere dayalı bir ortaklık haline getiriyor.
HİNDİSTAN-ÇİN İLİŞKİSİ
Hindistan’ın dış politikası ile güvenlik politikası bağımsızlık, çeşitlendirme ve denge üzerine kuruludur. Modi, katı ittifaklar yerine denge siyaseti izliyor. Bir yandan ABD’nin Hindistan’ı Çin karşıtı cepheye çekme çabalarına mesafeli yaklaşırken diğer yandan savunma sanayinde tamamen Rusya’ya bağımlı olmayı azaltmaya çalışmakta. Bu amaçla Fransa’dan uçak, İsrail’den İHA ve füze sistemleri alıyor. Pekin’le rekabeti kontrollü iş birliğiyle yönetip sınır sorunlarına rağmen ekonomik ilişkilerini geliştiriyor. Rusya ile uzun erimli dostluğa devam mesajı verirken, ABD’nin her türlü baskısına rağmen Rus petrolünü almaya devam ediyor. Diğer yandan Rusya-Çin ilişkisi derin ve dengeli iken, Hindistan-Çin hattı sadece gerilimi ve rekabeti sınırlamaya dayanıyor. Pakistan faktörü de Hindistan için göz ardı edilemez bir gerçek. Çin’in himayesi altındaki Pakistan, İran bağlantıları sayesinde Kuşak ve Yol Girişiminde çok önemli bir ülke. Çin Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) ve bu koridorun İran Şahbahar Limanı ile bağlantıları çok önemli. Diğer yandan Mumbai’den başlayan ve Murmansk’da sona eren Rusya’nın Kuzey Güney Uluslararası Ticaret Koridoru da (NSITC) Kuşak ve Yol için rakip durumunda. Ancak kuşak ve yoldan farkı bu hattın kuzey güney aksında olması.
TÜRKİYE HİNDİSTAN İLİŞKİLERİ
Türkiye açısından Hindistan’ın Asya cephesinde yer alması hem fırsat hem riskler barındırıyor. Hindistan, ABD, İsrail ve AB desteğiyle Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru (IMEC) projesinde yer alıyor. Bu hat, İsrail ve Yunanistan üzerinden Doğu Akdeniz’e bağlanarak Türkiye’yi devre dışı bırakıyor. Dolayısı ile Hindistan, İsrail, Yunanistan ve GKRY’ye yakın politika izliyor. Hindistan’ın İsrail ve Yunanistan ile yakınlaşması da aynı zamanda Türkiye’nin çıkarlarına aykırıdır. Bu kapsamda Pakistan-Hindistan gerilimi de Türkiye Hindistan ilişkilerini zorlayabilir. Türkiye ister deniz yolu ile erişeceği Gwadar Pakistan limanı üzerinden CPEC ile; ister Hazar üzerinden Orta Koridor ile Çin ile bütünleşme sağlayabilir. Ancak orta koridorda avantaj sağlayan Zengezur Koridorunun 99 yıllığına ABD’ye devredilmesi sonucu risk oluştuğunu vurgulamak gerekir. Bu durumda Gürcistan üzerinden BTK demir yolu ile Zengezur koridoruna bağımlı olmadan doğrudan Bakü’ye erişmek hedeflenebilir. Eğer Hindistan çıkışlı IMEC güçlenirse, Türkiye Doğu Akdeniz’den dışlanır. Halen İsrail, GKRY, Yunanistan ve ABD bu rotanın güçlenmesi için büyük çaba sarf ediyor. Diğer yandan Trump’ın tarifleriyle bozulan ABD Hindistan ilişkileri kapsamında IMEC içinde Yeni Delhi’nin konumunun ne derece değişeceğini zaman gösterecektir. Bu bağlamda Pakistan Türkiye hattı, sadece Hindistan’a karşı değil, aynı zamanda Batı eksenli koridor girişimlerine karşı da Asya merkezli alternatif blok inşa etme potansiyeli taşıyor. Diğer taraftan Hindistan’ın İsrail ile derinleşen savunma iş birliği Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de İsrail’le gerilim yaşadığı dönemlerde Türkiye’nin aleyhine olabilecek potansiyele sahiptir. Bu rekabet alanlarına Afrika da eklenebilir. Türkiye’nin Afrika’daki etkisini geliştirmesi de Hindistan’ı rahatsız ediyor. Türkiye Pakistan ilişkileri ise Türkiye Hindistan ilişkilerinde en önemli kriz alanı olmaya devam ediyor. Pakistan, İslam dünyasının ilk ve tek nükleer gücü olarak Türkiye için kritik önemde bir dayanak noktasıdır. Bu nedenle Türkiye-Pakistan ilişkileri son derece önemli. Bu durum Türkiye’nin gerek Keşmir gerekse diğer sorun alanlarında her durumda Pakistan’ın yanında durması sonucunu çıkarıyor.
ŞİÖ VE BRICS İŞBİRLİĞİ
Okyanuslarda her gün taşınan 33 milyon ton yükün %65’i Asya limanlarında elleçleniyor. Başta Çin olmak üzere Asya güçlerinin ekonomik yükselişi, son 200 yıldır batı hakimiyetinde olan küresel ekonomik düzende evrimsel değil, devrimsel bir değişim getirdi. 2006 yılında kurulan BRICS ekonomik bir platform olarak doğdu, ancak genişlemelerle enerji üreticileri ve yükselen ekonomileri içine alarak finansal alternatifler yaratma gücünü artırdı. 2014 yılında kurulan Yeni Kalkınma Bankası NDB, dolarsız ticaret ve rezerv para tartışmaları bu hattın merkezinde. ŞİÖ ise 2001 yılında 11 Eylül saldırılarından 3 ay önce kuruldu. Başlangıçta bir terörle mücadele mekanizmasıyken, altyapı geliştirme ve jeoekonomiyi de koordine eden çok taraflı bir platforma dönüştü. ŞİÖ’nün avantajı, 10 asil 17 ortak toplamda 27 üye ile Asya birliğinde büyük bir çekim alanı oluşturmasıdır. BRICS ise Asya, Avrupa, Afrika ve Güney Amerika’nın da temsil edildiği ekonomi ve ticaretteki ağırlığı, finans sistemine alternatif arayışlarındaki etkinliği ile küresel boyutta bir çekim merkezi olması. Sonuçta BRICS küresel ekonomik-finansal alanda, ŞİÖ ise Asya merkezli güvenlik, askeri ve ekonomik iş birliği alanında öne çıkıyor. İki yapı rekabetten çok birbirini tamamlıyor; Çin ve Rusya her ikisinin de motor gücü. Türkiye gibi ülkeler için BRICS ekonomik nefes borusu, ŞİÖ ise NATO karşısında jeopolitik denge aracı niteliğinde. BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü, Soğuk Savaş dönemi zihniyetini, bloklar halinde bölünmüş bir dünyanın çok kutuplu denge içinde yaşanan bir düzene evrilmesi için çabalıyor; Her iki örgüt de BM sisteminin başlangıçta tasarlandığı şekline dönmesi ve dünya milletlerinin eşit söz hakkı olacağı bir yapıya kavuşması için çabalıyor.
SONUÇ VE TÜRKİYE ÇIKARIMLARI
ŞİÖ zirvesi, tarihin akışının değiştiğini gösteren bir dönüm noktası oldu. Özellikle Modi-Şi-Putin’in birlikte çekilen fotoğrafı çok kutuplu çağın açılış sahnesinin sembolüne dönüştü. Zirvede sürekli egemenlik vurgusu içinde batıya alternatif ekonomik kurumsallaşma ile Avrasya’nın çekim merkezi haline gelmesi yeni dünya düzeninin parametrelerine dönüştü. Rusya’nın başlattığı egemenlik söylemi, Hindistan’ın bu kavramı ileriye taşımasıyla tüm Avrasya’ya yayılıyor. Slogandan öte egemenlik batıya dur demenin yeni anahtar kavramıdır. Bu kapsamda batının kurduğu ittifak sistemleri işlevsizleşirken, Çin’in müttefiklik değil ortaklık üzerine kurulu güvenlik anlayışı Batı’nın ideolojik blok mantığına meydan okumaktadır. Artık Rusya-Çin-Hindistan üçlüsü, Orta ve Batı Asya’yı içine alan bir çekim merkezi kuruyor. BRICS ve ŞİÖ, Batı dışı bloklaşmanın kurumsal temsilcisi olarak öne çıkıyor. Bu yapılar tamamen batı karşıtı değil, eşitlik ilkesi içinde batı ile iş birliğini de göz ardı etmiyor. Ancak batının dayatma ve tehditlerine set çekiyor. Bretton Woods kurumlarının yerine Asya Altyapı Yatırım Bankası ve BRICS Kalkınma Bankası gibi alternatif yapılar kuruyor. Günümüzde Keşifler çağı ile 1500’lerden başlayarak İspanya, Hollanda, Britanya ve ardından ABD’nin sırasıyla sürdürdüğü Batı merkezli ticaret, finans ve askeri hegemonyanın somut verilerle çöküş içinde olduğu bir vakıadır. Soğuk Savaş sonrası NATO’nun doğuya genişlemesi Rusya’yı Çin’le ittifaka itti. Avrupa ise küresel finans kapital oligarşi ve neocon propagandasının etki alanında kalmaya devam ederek şişirilen Rusya korkusuyla kendini Atlantik bağımlılığına kilitledi ve yükselen Asya’dan koptu. Bugün batının iki yüzlülüğü içinde Gazze’de yaşananlar soykırıma evrilen bir sisteme dönüştü. ABD’nin koşulsuz İsrail desteği onu her boyutta yalnızlaştırdı. İsrail parya devlet durumuna gerilerken ABD ise iç kamuoyu ile dış politika arasındaki çelişkinin sembolüne dönüştü. Böylesi bir ortamda ŞİÖ Zirvesinden sonra ABD-Venezüella krizinin Trump tarafından tırmandırılması, egemen bir devlete açık tehditlerde bulunması ABD’nin çöken bir hegemon olarak zayıflayan hatta kalmayan meşruiyetinin çarpıcı belirtisidir. Bugün 8,2 milyarlık dünya nüfusu içinde hegemonyayı temsil eden kesim 1,2 milyar ile dünya nüfusunun yalnızca %14’ünü temsil ediyor. Kısacası batı küçülürken, Çin, Hindistan ve Küresel Güney büyüyor. Çin’in sanayi ve teknoloji liderliği, Hindistan’ın büyümesi, Güney’in kalkınma ivmesi geri döndürülemez boyutlarda. Çin artık sadece ucuz üretim üssü değil, yeşil enerji, yapay zekâ, 5G, batarya ve elektrikli araçlar dahil pek çok alanda küresel lider konumuna geldi. Ar-Ge, Patent ve imalat kapasitesinde ABD’yi geçti. Yeşil teknolojiye geçiş sürecindeki Batı, giderek Çin’e bağımlı hale geldi. ABD ve küresel finans kapital oligarşisinin dayattığı tek kutupluluk vizyonu sona erdi. Ancak bu arsız grup savaşları teşvik ederek ve kışkırtarak kendi düzenlerini devam ettirmeye gayret ediyor. Günümüzde batı medyasının yarattığı propaganda tek kutupluluk düzeninin devamını teşvik etmeye devam ediyor. Ancak er veya geç yalana ve algıya dayalı söz konusu propaganda ŞİÖ zirvesi ve sonrasında yaşanan somut gerçekliklerle karşılaşmak zorunda kalacaktır. Bu dönemde küresel finans kapital oligarşisi, neoconlar ve Siyonizm etkisindeki sömürgeci ve dayatmacı batı hegemonyasının dengelenmesi gerekiyor. Yoksa bu yapı kendisine biat etmeyen, sömürülmeye direnen devletleri parçalamaya, halklarını köleleştirmeye devam edecektir. Unutmamak gerekir ki İmparatorluklar kazanmak için savaşmaz. İç siyaset ve finans kapital için savaşır ve bu savaşlarda kendi kanını kullanmaz. Daha da öte bugün geçmişin sömürgeci imparatorluğunu temsil eden sınırları olmayan küreselci finans kapital oligarşisi yani küreselleşmeciler dünyanın gelmiş geçmiş en büyük medeniyetlerine karşı hiçbir devleti hiçbir ulusu temsil etmedikleri halde temsil ettikleri ütopyanın dünyanın geleceği olduğuna inanarak savaşlar çıkarıyorlar, ulus devletleri parçalıyorlar. Bu nedenle ABD Savunma Bakanlığının adının 76 yıl sonra Savaş Bakanlığına değiştirildiği bir konjonktürde küresel düzenin geleceğini belirleyecek asıl unsur, Asya’daki direniş ekseninin güçlenmesidir. Burada Çin, Rusya ve Hindistan çok önemli rol oynamaktadır. Tam bu noktada Türkiye’nin de bu denklemde yerini alması gerekir. Asya tarihinde Çin, Rus ve Hint ulusları yanında en önemli ve belirleyici tarih Türklere ve Türk dünyasına aittir. ŞİÖ zirve fotoğrafında Asya’nın üç büyüğünün yanında Türkiye’nin olmayışı bu nedenle büyük kayıptır. Türkiye eşsiz coğrafyası ile hegemon batının her zaman iştahını kabartmıştır. Coğrafyamız onların yanında olduğumuz sürece tek taraflı olarak onların çıkarına hizmet etmiş, 1945 sonrası şişirilen komünizm ve Sovyetlerin Türkiye’yi işgal senaryoları üzerinden hükümetler ve halkımız yıllarca uyutulmuş, hükümet krizlerine, darbelere maruz kalmıştır. Bu nedenle NATO üyeliği ve AB masalı üzerinden elde ettiklerimizle Atatürk ve Kemalizm’den uzaklaşmamızın ülkeye ödettiği bedeller arasında milli çıkarlarımız aleyhine devasa bir uçurum vardır. Bu durumun temel nedeni 11 Kasım 1938 sonrası etki alanına girdiğimiz Anglosakson merkezli batıya teslimiyettir. İşte şimdi batının 500 yıllık hegemonyasına dur diyen bir yapı hem jeopolitik hem jeoekonomik temelde ortaya çıkmıştır. Türkiye açısından batı hegemonyasına bağımlılığının sınırlarını görmek artık kaçınılmazdır. BRICS ve ŞİÖ gibi platformlar Türkiye için yalnızca alternatif değil, geleceğin kaçınılmaz ortaklıklarıdır. Çin Kuşak ve Yol ile deniz hegemonyası olan batının deniz ulaştırma rotaları ve düğüm noktalarına müdahalesini asgariye indirmektedir. Kuşak-Yol girişimi ile Asya başta olmak üzere küresel çapta enerji, ticaret ve lojistik ağları oluşturan Çin için Türkiye batıya bağlanan koridorlar kapsamında önemli rol oynamaktadır. Diğer bir deyişle Türkiye coğrafyasının gücü ile Çin’in dünya ile bütünleşmesinde kritik önemdedir. Bu kapsamda Türkiye’nin zirveye en üst seviyede katılımı, maalesef üyesi olduğumuz NATO ve katılmak için yanıp tutuştuğumuz AB’ nin saldırgan ve yok edici politikalarını en azından dengeleme mesajı olarak görülmelidir. Türkiye artık gerçekleri görmeli, dersler çıkarmalıdır. Türkiye için NATO’ya koşulsuz sadakat, ulusal çıkarlarımızın önünü tıkamaktadır. Hindistan örneği gösteriyor ki dostluklar korunabilir, ama baskılara boyun eğmeden bağımsız politika yürütülebilir. Türkiye’nin izlemesi gereken yol, ittifaklara değil ulusal çıkarlara dayalı dengedir.
Türkiye’nin 1945 sonrası yakalandığı Atlantik bağımlılığı sonucu dış ticaretimizde AB’nin %40’a varan ağırlığı ile dış finansman temininde küresel finans kapital oligarşisine, ABD’ye ya da onların kölesi Arap sermayesine bağımlılığımız acı ama gerçektir. 1952 sonrası NATO üyeliğimiz kılcal damarlarımıza kadar batı etki ajanları ile istihbarat elemanlarının aramıza sızmasına olanak vermiştir. Bu yapılar halen çok güçlü ve aktiftirler. Çin ve Rusya ile ticaretimiz artışına rağmen katma değeri düşük, bağımlılığı artırıcı niteliktedir. Türkiye kısa orta ve uzun vadeli planlar yaparak söz konusu ticaretin kapsamını ve boyutunu en azından dengelemeye gayret etmelidir. Öte yandan ŞİÖ ve BRICS cephesi Türkiye’ye enerji güvenliği, lojistik merkezi rolü ve en önemlisi jeopolitik manevra imkânı sunuyor. Bu özellik Batı karşısında pazarlık gücüdür. Bugün Türkiye için temel konu hangi blokta olunacağı değil, milli çıkarlarımıza uygun şekilde gelişen çok kutuplu sistemin nasıl yönetileceğidir. Denge önemlidir. Ancak Türkiye’nin sürekli zig zag rotalarda ilerlemesi iki tarafta da ciddi güvenilirlik sorunu yaratmakta her iki blok da Türkiye’yi Truva atı olarak görmektedir. Türkiye en kötü senaryoyu düşünerek şimdiden seçimini yapmalıdır. Ahlaki, hukuki ve insani tüm değerlerini kaybeden 500 yıllık sömürgeci, köleci, neocon Siyonist sentezi batının mı yoksa yeniden doğan, kişinin değil halkın mutluluğunu gözeten Asya uygarlığının peşinden gidecek? Çöken eski düzenin emir eri bir vekili olarak mı kalacak, doğan yeni düzenin kurucu aktörlerinden biri mi olacak?