Giriş
Denizcilik sektörü, son yıllarda Türkiye ekonomisinin önemli büyüme alanlarından biri hâline gelmiştir. Özellikle yat turizminin gelişmesi, Ege ve Akdeniz kıyılarında açılan yeni marina ve yat limanları yatırımlarını hızlandırmış ve büyük ekonomik fırsatlarla birlikte ciddi hukuki sorumlulukları da beraberinde getirmiştir. Marinalar, sadece tekne bağlama noktaları değil, kapsamlı hizmetler sunan ticari işletmeler olarak faaliyet göstermektedir. Bu durum, marina işletmeleri ile yat sahipleri arasında çeşitli hukuki ilişkilerin doğmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla marina sözleşmelerinin doğru şekilde yönetilmesi hem hukuki hem de ticari risklerin azaltılması açısından kaçınılmazdır.
- Marina İşletmecileri ile Yat Sahipleri Arasındaki Sözleşmelerin Hukuki Niteliği
Marinalarda karşılaşılan sözleşmelerin hukuki doğası, sektörün dinamikleriyle doğrudan ilişkilidir. Günümüzde marina işletmeleri, yalnızca birer bağlama noktası değil; aynı zamanda konaklama, bakım, teknik servis, sosyal tesis ve ticari hizmetler sunan çok fonksiyonlu işletmeler haline gelmiştir. Bu nedenle, marina ile yat sahibi arasındaki hukuki ilişki, klasik bir kira ya da hizmet sözleşmesinin ötesinde; teknik, ticari ve hizmet unsurlarını bir araya getiren, uygulamada “karma sözleşme” olarak anılan özel bir yapıdadır.
Türkiye’de faaliyet gösteren büyük ölçekli marinaların örnek sözleşmeleri incelendiğinde; sözleşme metinlerinin, Borçlar Kanunu’nda yer alan eser sözleşmesi (m. 470 vd.), kira sözleşmesi (m. 299 vd.) ve hizmet sözleşmesi (m. 393 vd.) maddelerinden birden fazlasına atıf yaptığı görülmektedir. Örneğin, bağlama sözleşmesi yalnızca teknenin marinada belirli bir süreyle kalması hakkını değil; aynı zamanda teknenin bakım-onarımının yapılmasını, atık yönetiminin sağlanmasını, elektrik-su gibi altyapı hizmetlerinin verilmesini ve hatta güvenlik hizmetini de kapsamaktadır. Hatta bazı marinalar, sosyal tesislerden yararlanma, alışveriş ve restoran hizmetleri gibi üçüncü şahıslara sağlanan olanakları da sözleşmeye dahil etmektedir. Bu yapı; hem marina işletmecisinin hem de yat sahibinin hak ve yükümlülüklerini belirlerken, Borçlar Kanunu hükümlerinin birlikte ve bütüncül olarak uygulanmasını zorunlu kılar.
Nitekim sektörel uygulamada; tekne sahibinin bağlama ücreti ödemesine rağmen, teknesinin bakım hizmetini talep edememesi ya da marinanın sunduğu teknik hizmetin gecikmesi halinde doğacak hukuki sonuçlar, taraflar arasında ciddi ihtilaflara sebebiyet verebilmektedir. Burada sözleşmenin içeriğinin netliği ve hukuki temelinin sağlamlığı, uyuşmazlıkların hızlı ve etkili şekilde çözülmesi açısından hayati rol oynamaktadır.
Türk yargı kararları da bu karma nitelikli sözleşmelerin değerlendirilmesinde, sözleşme içeriğindeki asıl edimin belirleyici olduğuna vurgu yapmaktadır. Yargıtay kararlarında, marina ile yat sahibi arasında imzalanan sözleşmenin, asıl itibarıyla bir kira, hizmet ya da eser sözleşmesi olarak mı değerlendirilmesi gerektiği, öncelikle taraflar arasında üstlenilen borçların niteliğine bakılarak tespit edilmektedir. Mahkemeler, tarafların esas menfaatini ve edimlerin ağırlık merkezini dikkate alarak, örneğin yalnızca bağlama (konaklama) sağlanan bir sözleşmeyi kira, ancak teknik bakım ve onarım da üstlenilmişse eser/hizmet sözleşmesi olarak nitelendirmektedir.
Konuyla ilgili en kapsamlı akademik değerlendirmelerden biri, Av. Cem Congar’ın “Liman ve Marina İşletmecilerinin Hukuki Sorumluluğu ve Sigortaları”1 adlı eserinde yer almaktadır. Congar, marina sözleşmelerinin çoğu zaman klasik sözleşme tipolojilerinin ötesine geçtiğini ve uygulamada karma yapı gösterdiğini şu şekilde ifade eder:
“Limanların sağlamış olduğu, bir edim olarak yüklenmiş olduğu bu hizmetlere dair akdedilen sözleşmeler hakkında da Türk Borçlar Kanunu’nun 470-486 maddeleri arasında düzenlenmiş olan eser sözleşmeleri hükümleri uygulama alanı bulmaktadır. Yani liman işletmesinin üstlendiği bakım-onarım, temizlik, teknik destek ve benzeri hizmetler, eser sözleşmesi kapsamında değerlendirilmektedir.”
Dolayısıyla, marina işletmeleriyle yat sahipleri arasındaki sözleşmeler, uygulamada tek bir hukuki kategoriye sığdırılamayacak kadar kapsamlı ve çok boyutludur. Bu nedenle, sözleşmeler hazırlanırken; özellikle sorumluluk, ayıplı ifa, bakım ve güvenlik hizmetleri, fesih şartları ve tazminat yükümlülükleri gibi başlıkların ayrı ayrı ve ayrıntılı şekilde düzenlenmesi gereklidir.
Uygulamanın geldiği noktada; marina işletmeciliğinde şirketlerin ve yatırımcıların hem kendi menfaatlerini hem de müşteri memnuniyetini koruyabilmeleri için sözleşme hazırlık ve yönetimi süreçlerinde hukuki özenin en üst düzeyde gösterilmesi gerekmektedir. Hem ulusal mevzuat hem de uluslararası marina işletmeciliği standartları, sektörde ortaya çıkan yeni risklerin ve ticari gerekliliklerin sözleşmelere doğru şekilde yansıtılmasını zorunlu kılmaktadır. Kurumsal süreçlerin şeffaflığı, hukuki altyapının sağlamlığı ve güncel mevzuata uygunluk, herhangi bir ihtilafın ya da öngörülemeyen riskin ortaya çıkmasını büyük ölçüde engeller.
Marina sözleşmeleri; sektörün çok yönlü ve dinamik yapısına uygun, açık ve detaylı biçimde, işletmenin ve tarafların özellikleri gözetilerek hazırlanmalıdır. Sözleşme tipinin ve kapsamının doğru tespiti, sektördeki uygulamaların yakından izlenmesi ve güncel hukuki gelişmelerin takip edilmesiyle riskler minimize edilebilir. Bu çerçevede, sözleşme yönetiminde gösterilecek profesyonellik, yalnızca olası ihtilaf anında değil, sözleşme sürecinin tüm aşamalarında sektörün güvenli ve sürdürülebilir gelişimi için temel bir gerekliliktir.
İngiltere ve AB’de ise marina sözleşmelerinin temelinde, “Standard Berthing Agreement” (Standart Bağlama Sözleşmesi) ve “General Terms and Conditions” (Genel Şartlar) gibi şablonlar yaygın olarak kullanılır. İngiliz hukuku, sözleşme özgürlüğüne büyük önem verir; ancak marina işletmelerinin “fair and reasonable” (adil ve makul) hükümlerle hizmet sunması beklenir. AB ülkelerinde ise, özellikle tüketici koruması ve sigorta şartları bakımından ayrıntılı yasal düzenlemeler ve AB Komisyonu rehberleri dikkate alınır.
- Marina Sözleşmelerinde En Sık Yapılan Hatalar ve Hukuki Riskler: Sektörel ve Hukuki Bakış
Marina ve yat limanı işletmeciliğinde sözleşme yönetimi, sektörün hızla gelişen dinamikleri ve artan finansal hacmiyle birlikte her geçen yıl daha da karmaşık hale gelmektedir. Uygulamada karşılaşılan başlıca sözleşme hataları, yalnızca taraflar arasında doğrudan ihtilaflara yol açmakla kalmamakta, aynı zamanda mahkeme süreçlerinde hak kayıplarına ve ağır tazminat yükümlülüklerine neden olmaktadır.
i. Yazılı Sözleşme Yapılmaması ve İspat Problemleri:
Türkiye’de marina sektöründe gözlemlenen en büyük hukuki zaaflardan biri, pek çok ilişkinin hâlâ sözlü olarak yürütülmesidir. Özellikle uzun süreli ticari ilişkilerde tarafların birbirine olan güveni, yazılı sözleşme düzenlenmesi gerekliliğini gölgede bırakmaktadır. Ancak gerek Borçlar Kanunu gerekse yargı içtihatları, denizcilik sektöründe dahi yazılı sözleşme olmaksızın hak aramanın pratikte neredeyse imkânsız olduğuna işaret etmektedir. Yargıtay’ın çeşitli kararlarında, taraflar arasında yazılı belge bulunmadığı takdirde, iddia edilen edimlerin ve yükümlülüklerin ispatında büyük güçlükler yaşandığı, sonuç olarak hak kayıplarının ve tazminat riskinin kaçınılmaz olduğu vurgulanmıştır.
"Sözleşmenin yazılı olarak yapılması ve tarafların hak ve yükümlülüklerinin tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi gerek ispat hukuku gerekse sorumluluğun sınırlandırılması bakımından önem arz eder... Liman işletmecisinin, sorumluluğunun hangi durumlarda ve ne şekilde doğacağı açıkça ortaya konulmazsa, uygulamada aleyhine çok ciddi tazminat talepleriyle karşılaşması söz konusu olabilir." (Av. H. Cem Congar, Liman ve Marina İşletmecilerinin Hukuki Sorumluluğu ve Sigortaları, Adalet Yayınevi, Ankara, 2022)
Sektörde sıklıkla rastlanan “uzun yıllara dayanan ticari ilişki ve güven esasına dayanarak işlem yapma” alışkanlığı, özellikle yüksek meblağlı zarar veya ciddi uyuşmazlıklar ortaya çıktığında marina işletmelerini hukuki anlamda savunmasız bir pozisyona düşürebilmektedir. Nitekim, yazılı bir sözleşme ile kayıt altına alınmayan her türlü ticari ilişki ve hizmet sunumu, taraflar arasında doğacak ihtilaflarda ispat yükünü ağırlaştırmakta ve tarafların hak kaybı riskini artırmaktadır. Bu sebeple, sektörde faaliyet gösteren tüm aktörlerin, aralarındaki ticari ilişkileri ve hizmet akitlerini yazılı sözleşme ile hukuki güvence altına almaları hem Borçlar Kanunu hükümleri hem de yargı içtihatları açısından zorunlu bir tedbir olarak ortaya çıkmaktadır.
ii. Sözleşmelerdeki Belirsiz ve Muğlak Hükümler:
Bir diğer yaygın hata ise, marina sözleşmelerinde yer alan hükümlerin yeterince açık, spesifik ve detaylı olmamasıdır. Kiralama, bağlama ve hizmet sözleşmelerinde ücretlerin belirlenmesi, hizmetlerin kapsamı, tarafların hak ve yükümlülükleri ile sözleşmenin fesih şartları gibi kritik alanlarda muğlak bırakılan ifadeler; mahkemelerin yorumuna açık olup, tarafların kontrolü dışında ve çoğu zaman sürpriz sonuçlar doğurabilir.
Hukuki uygulamada, Borçlar Kanunu’nun sözleşme yorumuna ilişkin hükümleri gereğince, mahkemeler belirsiz sözleşme hükümlerini tarafların gerçek iradesini ve sektördeki teamülleri dikkate alarak yorumlamaktadır. Ancak sektör pratiğinde, "kapsam dışı hizmetler" veya "ekstra ücretlendirme" gibi başlıklarda yaşanan belirsizlikler, çoğu zaman beklenmedik maliyetlere ve müşteri memnuniyetsizliğine yol açmaktadır.
Nitekim, belirsiz hükümler, marina işletmecisinin sorumluluğunu artıran ve çoğu zaman aleyhine sonuçlanan ihtilafların kaynağını oluşturmaktadır. Sektörel teamüller ışığında hazırlanmış, her hükmü net, açık ve uygulamaya uygun sözleşmeler hem işletmelerin hem de yat sahiplerinin menfaatine hizmet eder.
iii. Standart Form Sözleşmelerin Yanlış Kullanımı:
Marina işletmecileri arasında yaygın bir başka uygulama da genel işlem koşullarını içeren ve çoğu zaman farklı marina veya sektörlerden alınan standart sözleşme şablonlarının kullanılmasıdır. Ancak, her marina ve müşteri profili farklı olduğundan, bu şablonların olduğu gibi kullanılması ciddi hukuki riskleri de beraberinde getirmektedir.
Özellikle tüketici mevzuatı ve Borçlar Kanunu hükümleri, genel işlem koşullarının tüketici aleyhine olması durumunda bu hükümlerin geçersiz sayılabileceğini öngörmektedir. Ayrıca, sektöre özgü risklerin (örneğin doğal afetler, bakım-onarım süreçlerindeki sorumluluk, sigorta yükümlülükleri) göz ardı edildiği standart sözleşmeler; işletmelerin mahkeme önünde savunmasız kalmasına neden olur.
Buradan hareketle, marina sözleşmelerinin mutlaka sektör özelinde, her marina ve müşteri için ayrı ayrı ve profesyonel hukukçuların denetiminde hazırlanması gerektiği açıktır. Sektöre uygun olmayan şablonların kullanımı, sözleşmede boşluklar yaratır ve ihtilaf halinde ciddi riskler doğurur. Her marina için özgün ve kapsamlı bir sözleşme, sektördeki hukuki güvenliğin temelini oluşturur.
Marina işletmeciliğinde en sık yapılan sözleşme hatalarının başında yazılılık eksikliği, muğlak hükümler ve standart şablon kullanımı gelmektedir. Tüm bu alanlarda profesyonel hukuki danışmanlık alınması ve sözleşmelerin sektöre özgü, açık ve detaylı hazırlanması, işletmelerin hem ticari hem de hukuki güvenliği için zorunludur.
- Kiralama, Bağlama ve Hizmet Sözleşmelerinde Özellikle Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
Marina ve yat limanı sözleşmelerinde risklerin yönetimi, her bir sözleşme türüne özgü olarak ve sektörel dinamikler gözetilerek ele alınmalıdır. Aksi takdirde, küçük görünen bir sözleşme detayı bile önemli ekonomik kayıplara ve uzun süreli hukuki ihtilaflara yol açabilir.
i. Kiralama Sözleşmelerinde Riskler:
Kiralama sözleşmeleri, tarafların uzun vadeli menfaatlerini koruyan temel hukuki metinlerdir. Özellikle döviz bazlı sözleşmelerde, ekonomik dalgalanmalar veya olağanüstü durumlar (ör. pandemi) nedeniyle kira bedeli ve artış oranı ihtilafları sıkça ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, kira bedelinin belirlenme yöntemi, artış oranları ve ekonomik krizlerde uygulanacak usul ile fesih ve tahliye şartlarının açıkça düzenlenmesi gereklidir. Yargı kararları da bu tür uyarlama hükümlerinin, sözleşme dengesini sağlama bakımından önemini ortaya koymaktadır.
ii. Bağlama Sözleşmelerinde Riskler:
Bağlama sözleşmeleri yalnızca bir alan tahsisi değil, aynı zamanda yatın güvenliği ve korunmasına yönelik yükümlülükler içerir. Son yıllarda fırtına ve doğal afetler sonrası marinalarda yaşanan zararlar, tazminat taleplerine yol açmıştır. Sözleşmede marinanın sorumluluk sınırlarının ve özellikle “mücbir sebep” ve “doğal afet” durumlarının ayrıntılı şekilde tanımlanması, tarafların hukuki güvencesi için elzemdir.
iii. Hizmet Sözleşmelerinde Riskler:
Teknik bakım, onarım ve temizlik hizmetlerinde en sık rastlanan sorunlar; ayıplı ifa, gecikme veya eksik hizmettir. Sözleşmede hizmet kapsamı, süresi ve garanti hükümlerinin net şekilde belirlenmemesi, önemli zarar ve tazminat yükümlülüklerine sebep olabilir. Bu nedenle, hizmetin teknik standartları, garanti ve teslim koşulları mutlaka yazılı olarak ve açık biçimde düzenlenmelidir.
Sonuç
Marina işletmelerinin, müşteri memnuniyeti ve ticari itibarlarını koruyabilmeleri, günümüzde artık yalnızca teknik hizmet kalitesiyle değil; aynı zamanda güçlü bir hukuki altyapı ve profesyonel sözleşme yönetimiyle mümkündür. Denizcilik sektöründe faaliyet gösteren tüm aktörlerin, sadece ihtilaf anında değil, sözleşme hazırlık sürecinin her aşamasında denizcilik ve sözleşmeler hukuku alanında uzman bir avukattan hukuki danışmanlık alması, sektörün geleceği ve yatırımların sürdürülebilirliği bakımından elzemdir.
Sonuç olarak; marinalarda ve yat limanlarında sözleşme yönetiminin profesyonelce yürütülmesi, tarafların hak ve menfaatlerinin korunması, sektörün ulusal ve uluslararası alanda rekabet gücünün artırılması için zorunludur. Hukuki özen, sözleşmesel şeffaflık ve sigorta bilinci, modern denizcilik işletmeciliğinin olmazsa olmazıdır.
Kaynakça:
1. Av. H. Cem Congar, Liman ve Marina İşletmecilerinin Hukuki Sorumluluğu ve Sigortaları, Adalet Yayınevi, Ankara, 2022/ 2024/ 2025.
2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2020/1041 E., 2021/1843 K., T. 25.03.2021 (Denizcilikte sözleşme ve sorumluluk uygulamasına ilişkin emsal karar).