Çeşme Yenilgisinin Denizcilik Tarihimizdeki Yeri

Osman BAHADIR

Rusların 1770 Temmuz'unda Osmanlı donanmasını Çeşme'de baskına uğratarak yakması büyük bir facia olmasına rağmen, bu yenilgiden alınan bazı derslerin, Osmanlı denizciliğinin modernleşmesine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz.

Çarlık Rusya'sının 18. yüzyıldaki yayılma politikası, ekonomik, askeri, dini, kültürel öğeler içeriyordu. Akdeniz egemenliği çarlığın yeni hedeflerinden biriydi. Bu amaçla bir yandan deniz kuvvetlerini eğitimsel, teknolojik ve idari bakımlardan güçlendirirken, diğer yandan da Akdeniz'e yönelmesinde kendisine güç katacak dini destekler de arıyordu. Lehistan'da ve Yunanistan'da Ortodoksları desteklemeleri bu politikalarının bir sonucuydu. Rus Çariçesi Katerina II, Yunanistan'daki Ortodoksları desteklemek ve örgütlemek için Baltık Denizi’ndeki Rus filosunu 1770 yılında Akdeniz'e gönderdi. İngiliz ve Danimarkalı denizcilerden de danışmanlık desteği alarak Cebelitarık'dan geçip temmuz ayında Mora sahillerine gelen Rus filosunun askerleri, Navarin limanında karaya çıkarak Rumları isyana teşvik etti ve çeşitli şehirlerin kalelerini ele geçirmeye çalıştı. Mora'daki isyan ve saldırılar, Memişçi Mehmet Paşa ordusu ve Arnavut milisleri tarafından karada bastırıldı. Fakat denizdeki durum daha farklı oldu. Osmanlı kara ordusunun tecrübeli komutanlarından Hüsamettin Paşa'nın idaresinde, 10 gemi adaların kuşatılması için, 10 gemi de Mora'nın güvenliği için gönderilmişti. Hüsamettin Paşa'nın kendisi de Mora'ya geldi. Ancak denizcilik tecrübesi bulunmayan Kaptan Paşa, buradaki gemileri de ikiye ayırdı ve usta denizci Cezayirli Hasan Paşa'nın komutasındaki gemilerden bir bölümü, bu sırada Rus filosunun saldırısına uğradı. Bu saldırıdan büyük kayıplarla kurtulan Hasan Paşa karaya çıkmak zorunda kaldı. Ruslara karşı harekât tarzı konusunda Hüsamettin Paşa ile Hasan Paşa anlaşmazlığa düştüler. Hasan Paşa haklı olarak her zaman kuvvetlerin birleştirilerek savaşılmasından yanaydı. Ege denizinde Rus ve Osmanlı filoları arasındaki kovalamacalardan sonra Osmanlı filosu, Hüsamettin Paşa'nın kararıyla, Sakız adası ile Çeşme arasında ve Çeşme'ye yakın olarak sahil boyunca hilal şeklinde demirledi. Türk donanmasının Sakız adası karşısında olduğunu bir Rum gemisinin ihbar etmesi üzerine Rus filosu hemen hareket etti ve 17 Temmuz 1770 günü sabahleyin güneş doğarken Sakız'a ulaştılar. Osmanlı filosunun mürettebatının büyük bir kısmı bir gün önce karaya çıkartılmıştı. Demirlenmiş bir filoya beklenmedik bir baskın yapmanın avantajından yararlanan Ruslar, Türk filolarının büyük bir kısmını ateşe vermeyi başardılar. Osmanlı filosunun en büyük hatalarından biri, Sakız ile Çeşme arasındaki dar alanın iki ucuna gözleyici gemiler koymamış olmasıydı. Bu büyük bozgunda elbette çok sayıda yönetim hatası bulunmaktadır. Fakat yenilgiyi en belirleyici etkenler, denizcilik tecrübesi bulunmayan bir komutanın deniz savaşı yönetmesi (Hüsamettin Paşa), komutanından askerine kadar denizcilerin deniz savaşları için gerekli eğitim ve disipline gereken ölçülerde sahip olmaması ve Rus toplarının seri atış hızlarının ve tahrip güçlerinin daha yüksek olmasıdır diyebiliriz.

Burada denizcilik tarihimizle ilgili çok yaygın olarak ileri sürülen bir yanlış düşünce üzerinde de durmamız gerekir. Bazı yazarlar, Osmanlı donanmasının Çeşme baskınına uğramasının nedeninin, Osmanlı yönetiminin ve denizcilerinin coğrafya ve harita bilgisine sahip olmaması ve bu yüzden de Rusların Kuzeyden Akdeniz'e (Cebelitarık'tan geçerek) gelebileceklerini hiç hesaba katmamaları olduğunu ciddi olarak ileri sürmektedirler. Osmanlı denizcilerinin coğrafya ve haritacılık bilgilerinin 1770'te Avrupalılara göre düşük düzeyde olduğuna hiç şüphe olmamakla birlikte, yenilginin nedeni elbette bu konudaki bilgisizlikleri değildir. Daha ünlü Kemal Reis zamanından beri (15. yüzyılın ikinci yarısından beri) Osmanlı denizcileri Cebelitarık Boğazı dâhil Akdeniz'in başlıca fiziksel özelliklerini biliyorlardı. Kaldı ki, zaten Osmanlı filosunun Çeşme baskınından birkaç hafta önce Ruslarla Mora yarımadası sahillerinde ve Ege adaları arasında çarpışmış olmaları, bu saçma iddiayı çürütmeye yeter.

Çeşme yenilgisi, Osmanlı denizcilik tarihinde İnebahtı yenilgisinden sonraki ikinci büyük yenilgidir. Osmanlı denizciliği üzerinde moral ve fiziki olarak olumsuz etkileri olmuştur. Fakat bu büyük felaketin her şeye rağmen uyarıcı etkilerinin de olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu baskından hemen sonraki yıllarda Osmanlı yönetiminin, denizciliğin modernleştirilmesi yönünde bazı adımlar attıklarını görüyoruz. Bu çerçevede olmak üzere, 1776 yılından itibaren nitelikli denizci yetiştirme girişimlerine başlanmıştır. Bu eğitim büyük olasılıkla birkaç yıl daha önce başlamıştı. Çünkü Hendese (geometri) Odası adı altında resmi olarak 1776 yılında kurulan okulda öğretimin fili olarak daha önce başlamış olduğuna dair bilgiler bulunmaktadır.

Sultan Üçüncü Selim zamanında Küçük Hüseyin Paşa'nın, kaptan-ı deryalığı sırasında ve 27 Recep 1211 (Ocak 1797) tarihinde Bab-ı Ali'ye sunduğu Hendesehane'ye dair önemli bir layiha sureti, Hendesehane'nin kuruluşundan da bahsetmekte ve o döneme ait bazı önemli bilgiler de vermektedir.

Bu layihanın başlangıç bölümünde şunlar söylenmektedir: “Donanmayı Hümayun kalyonlarında hendese ve coğrafya ilmini bilen adamlar bulunmasının gerekli olması nedeniyle bundan önce (h.) 1190 (miladi 1776) senesinde Tersane-i Amire'nin Darağacı semtinde bir hendese Odası inşa olunup...”

Layihanın bir başka bölümünde de “Tersaneye lüzumlu olan gemileri inşa eylemek ve derya haritasını ve teferruatlarını bilmek için hendese eğitimine 1190 (1776) tarihinde nizam verildiğinde...” denmektedir.

Ülkemizde gemi yapımı ve yönetiminden ve deniz coğrafyasından anlayan nitelikli elemanların yetiştirilmesi böylece resmi olarak 1776 tarihinde başlamıştı. (Bugünkü İTÜ, kendi kuruluşunun da başlangıcı kabul ettiği bu girişimi, 1773 yılı olarak kabul etmektedir).

Çeşme baskınından hemen sonra modern denizcilik eğitiminin kurumsallaşması bir rastlantı eseri değildir. Bu nedenle büyük kayıplara yol açmasına rağmen, Çeşme deniz savaşı yenilgisinin, modern denizciliğimizin başlamasında ve kurumsallaşmasındaki en büyük itici güç olması bakımından olumlu bir tarihsel rolünün de olduğunu söyleyebiliriz.