Bir devrin görkemli deniz aracı “Muş” ya da “Bateau Mouche”

Osman ÖNDEŞ


Sultan Mehmed Reşad’ın cenaze merasimi için Sirkeci’de bekleyen muşlar Eyüp Sultan’a hareket etmek üzereler.

Bir devrin görkemli deniz aracı “Muş” olarak ün yapmıştı. Bunlar Osmanlı Sarayı’nın, Sadrazam’dan başlayarak tüm vezirlerin, üst düzey devlet erkânının ve varlık içinde yüzen Osmanlı ailelerinin İstanbul Boğazı boyunca sıralanan yalılarının önünde emre hazır beklerlerdi. Yine ticaret hayatının hükümdarları olan Levantenlerin Muşları da çoğunlukla Kadıköy rıhtımında efendilerini beklerdi.

Kelimenin aslı “Bateau-Mouche”'dur. Türkçeye “Muş” olarak yerleşmiş ve ün kazanmıştır. Muşların hepsi Fransa’dan ithal edilirdi. Kapitülasyonların daha da ağırlaşan etkilerinin görüldüğü son yüzyılda, paytonunu, en basit deniz aracını bile ithal eden bir devlet vardır. Bu devlet, deniz ticareti dünyasından hemen tamamıyla silinmiş bir haldedir. O kadar ki, “Muş” denilen buharlı küçük bir deniz vasıtası sahibi olmak dahi, aynı zamanda varlık gösterisi anlamına gelmiştir. Devlet erkânı için Muş, denizdeki makam aracıydı. Muşlar yalıların önünde bağlı beklerdi. 

Muş, Fransa’da özenle inşa edilmiş bir çeşit gezi teknesinden başka bir şey değildi! İmparatorluğun çöküş yüzyılında, artık her varlık giderek rehin hale gelirken, yabancılara verilen imtiyazlar yüzünden; 

-Türkiye’de gemi inşa ettirmek imkansızdı ve zaten böyle teknik ve teknolojiye sahip bir tersane de mevcut değildi,

-Türkiye’de gemi inşa tersanesi mevcut olsa da ihmal edilmesi yüzünden gemiler onarım için dahi İngiltere’ye veya Fransa’ya gönderilirdi,

-Türk armatörü ancak yaşlı ve ucuz olan gemileri satın alacak güce sahipti,

-En küçük tekneler dahi ithal ediliyordu. Bunlardan en ilginç olanı devrin makam aracı gibi sayılan “Muş” adı verilmiş buharlı makam tekneleri idi,

- Muş sahibi olmak bir varlık ve resmî ciddiyet gösterisiydi. İstanbul’da yalıların önünde muşlar bağlı beklerdi. Beyler muşlarıyla yalılarından Haliç’teki, Galata’daki işlerine gider gelirlerdi. 

Bir övgü aracı anlamında dilimize “Muş” olarak yerleşmiş buharlı makam ve varlık ve de gezi aracı olan “Bateau-Mouche” 19’uncu yüzyılda, Paris’in daha temiz su sağlaması amacıyla Lyon’un güney banliyölerinden Saone kıyısında inşa edilen eski nehir banklarından doğmuştur. Bir zamanlar “Mouche - Sinekler” olarak adlandırılan bu akıllı kollar, Mouche bölgesine takma adlarını verdiler. Doğal olarak 1862’deki Mouche bölgesindeki küçük tersanelerde inşa edilen tekneler “Bateau-Mouche” olarak tanındı. Bölgede Messits, Chaize ve Plasson’un ortak olduğu “Compagnie des Mouches” şirketi nehirde yolcu taşımacılığı yapmaktaydı. 


Kadıköy Rıhtımında üç Muş. Karşıda Haydarpaşa Garı ve Şirket-i Hayriye’ye ait yandan çarklı bir vapur. 

“1867 Paris Exposition Universale - Paris Uluslararası Fuarı” öncesinde  Paris şehrinin nehir servisi için ihale açılmıştı. Muhtelif organizatörlerinden gelen fuara yolcu taşımacılığı konulu ihale çağrısına cevap vermek için “Compagnie des Mouches” hissedarlarından Plasson, çok iyi bir fikre sahipti. Amaç fuara nehir yoluyla ziyaretçileri çok daha kolay ve kısa zamanda ulaştırabilmekti. Böylece 30 kadar Mouche - Sinek teknesi demiryolu vasıtasıyla Saone üzerinden Paris’e taşındı. Kısa zamanda bu yeni ulaşım aracını çok beğenen Parisliler “Mouche”lara büyük ilgi gösterdiler. Mouche’ların kapasiteleri de aynı şekilde arttı. 

Paul Bert 1887 tarihli “Lecture et Leçon de Choses” eserinde: “Paris’le kesişen banliyölere Saine Nehri’nden yolcu taşıyan Mouche’lar, buhar tahrikli pervaneli teknelerdir. Hem salonlarında hem de güvertede 200 yolcu taşıyabilmekteler. Süratli oluşları ve biletlerin düşük fiyatlı oluşları sayesinde, Paris nüfusu için büyük hizmet veriyorlar” diye yazmıştır.

Bununla birlikte, Bateau - Mouches’un zirvede dolaşan itibarı Porte de Vincennes’i Porte Maillot’la bağlayan ilk metro hattının açılması nedeniyle kısa ömürlü olmuştur. Ancak Bateau Mouches- Muşlar yine de denizden yapılan devlet merasimlerindeki karşılamalarda en önemli deniz aracı olmaya devam etmiştir. The Graphic 1896 yılı nüshalarından aktardığım fotoğraf Muşların ne derecede yaygın şekilde kullanıldıklarını göstermektedir. 

1867 Paris Uluslararası Fuarı’ndaki pek çok pavyon arasında teknolojik ilerlemelere ait sanayi ve gemi inşa tersanelerine ait pavyonlar büyük ilgi gördüler. Bunlardan biri gemi ve makine inşa ve yapım tersanesi olan “Société Anonyme Forges et Chantiers de la Méditerranée” idi. Bu firma muazzam buhar makinesi önünde Türk bayraklı bir Mouche’u sergilenmeyi tercih etmiştir. Karadan ulaşımın çok zor ve hayli saatler alıcı, hatta bir güne bedel olduğu bir devirde vükelanın, Boğazdaki yalılardakilerin ulaşım araçları Galata’ya, Haliç’e, Eminönü veya Sirkeci’ye gidip Boğaziçi’ne avdette muşlar tek gözde vasıta idiler. Bunların kaptanlarının bir kısmının adalı Rumlardan oluştuğu hatırlanmalıdır. 

Yabancı firmalar İstanbul’da “Steam Launches” olarak adlandırdıkları Muş ve benzeri buharlı küçük tekneler için küçük inşa ve onarım tersaneleri de kurmuşlardı. Bunlardan biri Tophane’deki Tophâne-i Âmire sırasında yer alan “Britannia Iron Works - J.Jones & Co.” İngiliz firmasıydı. Onarım hizmetleri yanında, kiralama da yapmaktaydılar. 

İngiltere IWM- Imperial War Museum fotoğraf arşivinde I. Dünya Harbi öncesine ait Almanya resmî fotoğraf arşivi kayıtları da yer almaktadır. Bu fotoğraflardan birinde Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm ve Osmanlı Padişahı Sultan V. Mehmet Reşat, Söğütlü Yatı ile Saray’dan ayrılmak üzeredir. Yatın iskele tarafında bir Muş beklemektedir.  

Muş’un günlük yaşamdaki önemini göstermesi bakımından Prenses Mevhibe Celâleddin hatıratında Cemile Sultan Sarayı’ndan ayrılıp Kandilli Sarayı’na taşınmalarını şöyle anlatır; “Büyük annemin gözleri kızarmıştı, ağlamış olduğu belliydi. Buna rağmen sesinde ve yüzünün ifadesinde her zamanki metanet ve soğukkanlılık vardı. Yanına yaklaştım, eliyle başımı okşadıktan sonra:

- Bir müddet için buradan gidiyoruz, dedi.

- Sen, amcanla ve kızlarıyla Kandilli’ ye gideceksin. Artık, babanla beraber oturman lâzım. Bir çocuğun yeri anasının babasının yanındadır. Belki bir gün buraya tekrar döneriz. O zaman seni gene ara sıra yanıma aldırtırım. Gel seni öpeyim de git artık. Muş bekliyor. İki yanağımdan öptü. İçim burkulmuş, dudaklarım titriyor, gözlerim dolmuştu. Yanında boşanıp ağlamamak için hemen arkamı döndüm ve odadan çıktım. Dadımla Saffet Ağa da bizimle beraber gelecekti. Büyük annem, Saffet Ağanın Kandilli’de yerleşmesini uygun görmüş, ikinci ağayı kendisine alıkoymuştu. Rıhtımda iki muş vardı; Bunlardan birisi, Cemile Sultanla kızları, Ayşe ve Fatma Hanım Sultan’ları bekliyordu. Diğerini ise, babam, amcamla çocuklarını, beni ve adamlarımızı almak üzere Kandilli’den göndermişti. Vedalaşma faslı bittikten sonra çoluk çocuk muşa yerleştik. Yavaş yavaş rıhtımdan ayrılmaya başladık. İçimde hem hüzün hem de sevinç vardı. Arkamda, benim için tatlı günlerin hatırasını bırakıyordum.” Babasıyla gittiği Bursa’daki kaplıcalardan İstanbul’a avdetlerinde ise babası Mahmud Celâleddin köprüde kendisini bekleyen Muşla Haliç Vapurları İdaresine ait gider. Oradan sonra yine Muşla Kandilli’deki Cemile Sultan Sarayı’na gelecektir. Bu örnekler Muş’un devrin yaşamında ne denli önemli olduğu göstermektedir. 


Anadolu Kavağında emre hazır bekleyen bir Muş

Osmanlı Sarayı’nın deniz araçları da Muşlardan oluşmaktaydı. Her vezirin, paşanın bir veya iki Muş aracı hizmete hazır beklerdi. Sultan Mehmed Reşat’ın vefatında cenazesi bir Muşla önce Sarayburnu’na nakledilmiş, oradan gelenekler doğrultusunda Topkapı Sarayı’nda dini görevler yerine getirilerek bu kez merasimle Sirkeci’ye taşınmıştı. Cenazesi burada bekleyen bir muşa yerleştirilmiş ve devlet erkânının Muş’ları cenazeyi Eyüp Sultan’a kadar takip etmişlerdi.

Muş’lara isim verilmesi gibi bir âdet olmamıştır. Sadece Muş’lar hangi vezir, paşaya ait ise o vezir veya paşanın adıyla anılırlardı.